24 Mart 2011 Perşembe

Kabir ve Taziye Adabı


Kabir ve Taziye Adabı

Lezzetleri, tahrib edip acılaştıran ölümü, çok zikrediniz..! (Lem’alar, 21.Lem’a )

ü  Ölüm, saadet-i ebediyeye mukaddemedir; bu itibarla nimet sayılabilir.
Çünkü nimetin mukaddemesi de nimettir. Nitekim vâcibin mukaddemesi vâcip, haramın mukaddemesi haramdır.
Ölüm, muzır hayvanlarla dolu bir hapisten geniş bir sahrâya çıkmak gibidir. Binaenaleyh, ruh, ceset kafesinden çıkarsa necat bulur.
Ölüm olmasaydı, küre-i arz nev-i beşeri istiab edemezdi ve nev-i beşer müthiş perişaniyetlere maruz kalırdı.
İhtiyarlık yüzünden öyle bir dereceye gelenler var ki, tekâlif-i hayatiyeye kàdir olamaz, daima ölümünü isterler. İşte bunun için, ölüm nimettir. (İşaret-ül İcaz, Bakara Suresi, 3.Mesele)

ü  İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir.
Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevkeden, tul-i emel olduğu gibi; riyadan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani: Ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.
Evet, ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat, Kur’an-ı Hakîm’in gibi âyetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tul-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. Onlar farazî ve hayalî bir surette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip; düşüne düşüne nefs-i emmare o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup uzun emellerinden bir derece vazgeçer.
Bu rabıtanın fevaidi pek çoktur. Hadîste -ev kema kal- yani "Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!" diye bu rabıtayı ders veriyor.
Fakat mesleğimiz tarîkat olmadığı, belki hakikat olduğu için, bu rabıtayı ehl-i tarîkat gibi farazî ve hayalî suretinde yapmağa mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikata uygun gelmiyor.
Belki akibeti düşünmek suretinde, müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır.
Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse, dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar. (Lem’alar, 21.Lem’a)
Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır. (Mektubat, 23.Mektub, 7.Sual)

ü  Can çekişme halinde(sekerat) olan bir hastanın yanında kelime-i tevhid, kelime-i şehadet veya Yasin suresi gibi bazı aşirleri okuyarak telkinde bulunulması tavsiye edilmektedir.
Telkin, onların telaffuz edilmesi suretiyle olur. Âlimler, hastaya "bunu söyle!" diye emretmemek gerektiğini, yanında söylemekle iktifa edilmesini tavsiye ederler. Telkin çok sık olmamalıdır. Bir kere söylendi mi hemen tekrar edilmemeli, araya başka bir kelam girmişse arkadan bir kere daha söylenmeli derler.
Evet, Kur’an okumak, En hastalıklı, az bir sözden müteezzî olan bir kulağa nâhoş gelmiyor, hoş geliyor. Sekeratta olanın damağına şerbet gibi oluyor. Zemzeme-i Kur'ân, onun kulağında ve dimağında, aynen ağzında ve damağında mâ-i zemzem gibi leziz geliyor. (Sözler, 25.Söz, 4.Nokta)
Ebu Saidi'l-Hudrî(r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) buyurdular ki: "Ölülerinize(ölmek üzere olanlara) Lailahe illallah demeyi telkin edin." (Müslim, Cenaiz 1,2; Tirmizî, Cenaiz 7)
Ma'kıl İbnu Yesar(r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) buyurdular ki: "Ölülerinize Yasin suresini okuyun." (Ebu Davud, Cenaiz 24)

ü  Herhangi bir yakınımızın ölüm haberi alındığı zaman rivayetlerde mervi olan duaları okumak sünnettir.
İbni Abbasın(r.a) rivayetine göre, Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurdu: Ölüm bir korkudur, sabır işidir. Sizden birinize, arkadaşının ölüm haberi gelince, şöyle desin;
"înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn ve innâ ilâ rabbinâ lemunkalibûn."
(Biz Allah´ın kullarıyız ve O´na varacağız ve Rabbîmize döneceğiz. Allah´ım! Onu senin katında iyi kimseler arasında yaz ve onun kitabını en yükseklerdekiler arasında yap. Geride kalan ailesi içinde onun yerine geçecek kimse ver. Musibetine katlanma sevabından bizi mahrum etme ve ondan sonra bizi fitneye düşürme.) (İbn-i Sünnî)

ü  Cenazenin üzerine ağlama, caiz olmakla birlikte, sesi yükselterek bağırıp çağırmak, çirkin sözler söyleyerek isyan etmemek ve ağıt yakmamak gerekir.  
Nevevî, ölüye azab edilmesine sebep olan ağlamanın bağıra çağıra yapılan, yas tutulan ağlama olup; sadece gözyaşı dökme suretindeki ağlamanın azaba sebep olmayacağı hususunda ulemanın icma ettiklerini söyler.
Bir kimse; uğradığı keder sebebiyle, cahiliye insanının yaptığı gibi vücudunun şurasına burasına vurarak kendi kendine eziyet vermeyi, üstünü başını yırtmayı, felaket, bela temennisi gibi şer'an caiz olmayan sözler sarfetmeyi yasaklamaktadır.
Hz.Enes(r.a) anlatıyor: Resûlullahla(aleyhissalâtu vesselâm) birlikte demirci Ebu Seyf radıyallahu anh'ın yanına girdik. O, Resûlullahın(aleyhissalâtu vesselâm) oğlu İbrahim'in sütbabası idi. Aleyhissalâtu vesselam oğlunu aldı, öptü ve kokladı. Daha sonra yanına tekrar girdik. İbrahim can çekişiyordu. Bu manzara karşısında Aleyhissalâtu vesselâm'ın gözlerinden yaş boşandı. Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh: "Sen de mi ağlıyorsun ey Allah'ın Resûlü?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Ey İbnu Avf! Bu merhamettir!" buyurdu ve ağlamasına devam etti. Sonra şöyle söyledi: "Gözümüz yaş döker, kalbimiz hüzün çeker, fakat Rabbimizi razı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey İbrahim! Senin ayrılmandan bizler üzgünüz!" (Buhârî, Cenâiz 44; Müslim, Fezâil 62; Ebu Dâvud, Cenâiz 28)
İbnu Mesud(r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) buyurdular ki: "Izdırab ve matemi sebebiyle yanaklarını yolan, üst başını  yırtıp dövünen, cahiliye duasıyla dua eden bizden değildir." (Buhârî, Menakıb 8; Müslim, İman 165; Tirmizî, Cenaiz 22; Nesâî, Cenaiz 19)

ü  Vefatından sonra Müslüman kardeşinin yıkanıp kefenlenmesi, mezar bulunması ve yemek hazırlanması gibi işler ile ilgilenmelidir.
Âlimlerimiz, musibetli, meşguliyetli anlarda akraba ve komşuların yemek meselesinde ortaklaşması gerektiğine hükmetmişlerdir. Bunun müddetinin bir gündüz bir gece olduğu belirtilmiştir.
Aliyyu'l-Kâri: "Çünkü hüzün, umumiyetle yemekten alıkoyacak derecede insanı bir gün meşgul eder. Ayrıca yapılan yemekten yemeleri için ısrar edilir" der.
İbnu'l-Hümam yakın komşu ve uzak akrabalara yemek hazırlamanın müstehab olduğunu belirttikten sonra, cenaze evinin, gelenlere ziyafet vermesinin mekruh olduğunu belirtir. "Çünkü der, ziyafet sürur için teşri edilmiştir. Şürur(musibetler) için değil. Bu çok çirkin bir bid'adır." (Kütüb-ü Sitte 5487)
Abdullah İbnu Câfer anlatıyor: Bir gazvede şehid olan Ca'ferin(r.a) ölüm haberi geldiği  zaman, Resulullah(a.s.v): "Ca'fer ailesi için yemek  yapın! Çünkü onlara, onları meşgul eden haber(ölüm) geldi!"  buyurdular. (Tirmizî, Cenaiz 21; Ebu Davud, Cenaiz 30)

ü  Cenaze merasimine katılmak, Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarından birisidir.
Cenaze namazına iştirak etmenin büyük sevabı vardır. Cenaze namazını kıldıktan sonra, cenaze defn olununcaya kadar, defin mahallinde hazır bulunmanın sevabı da pek çoktur.
Efendimiz(s.a.v) bu davranışı, "İki büyük dağ gibi sevap kazanmakla" müjdelemiştir. (İslami Hayat, c.3/361)
Ebû Hüreyre'nin(r.a) rivayetine göre Efendimiz(s.a.v) bu haklar konusunda şöyle buyurmaktadır. "Müslümanın, Müslüman üzerindeki hakkı beştir: 1. Selam almak. 2. Hasta ziyaret etmek, 3.Cenazeye katılmak, 4. Davete icabet etmek, 5. Aksırınca teşmitte bulunmak." (İslami Hayat, c.3/342)

ü  Cenazeyi kabre kadar taşımak, bir mü’mine yapılacak en son hizmetlerdendir. Bu taşıma aynı zamanda bir ibadettir.
Bilhassa namaz kılınan yerlerde, mezarlıkla namaz kılınan yerin yakınlığı durumlarında cenazeyi vasıta ile taşımak, bu ibadeti terk etmek olur.
Sünnet üzere, cenazeyi tabutun dört tarafından dört kişi tutarak taşır. Tabutun dört tarafından onar adım taşımak müstehaptır. Daha çok taşımanın sevabı da çoktur.
Önce cenaze sağ ön tarafından, sonra sağ arka tarafından taşınır. Sonra sol tarafına geçilerek sol ön ve sol arka tarafından omuzlanır. Böylece her tarafından onar adım olmak üzere kırk adım taşınmış olur.
Hz.Ebu Hureyre(r.a) anlatıyor: Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim cenazeyi takip eder ve üç kere taşırsa, ölen kardeşine karşı olan borcunu ödemiş olur." (Tirmizî, Cenâiz 50)

ü  Cenazeyi takip edenler, yolda lüzumsuz lâkırdı etmezler. Yüksek sesle konuşmayıp, Ölümü ve ahireti düşünürler.
Cenazede “Allahü ekber, Allahü ekber, la ilahe illallahü vellahü ekber…” gibi tesbihleri sesli olarak söylemek mekruhtur, bid’attır.  Sünnette öyle bir şey yoktur. Aksine, cenazede ibret dersini almaya yönelik olarak sükûnet, tefekkür esastır.

ü  Cenaze için çelenk göndermek bid'attir
Çelenk ölüye fayda sağlamaz Asr-ı saadette hiçbir surette çelenk gibi şeylere yer verilmemiştir. (Terbiyet'ül-Evlad, 2/992)

ü  Cenazeyi defnetmekte acele edilmelidir.
Ebu Hureyre(r.a) anlatıyor: Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cenazede çabuk olun. Eğer sâlih biri ise, kendisine iyilik yapmış olursunuz. Böyle biri değilse, belayı bir an önce sırtınızdan atmış olursunuz." (Buharî, Cenaiz 52; Müslim, Cenaiz 51)

ü  Definden sonra, ölüler adına istiğfarda bulunmanın, onlara, sual sırasında Allah'ın metanet bahşetmesini talep etmenin meşru ve caiz olduğunu, rivayetler ifade etmekle birlikte teşvik etmektedir.
Hz.Osman(r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) ölünün defnini tamamlayınca, kabri üzerinde durur ve: "Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret talep edin, onun için karşılaşacağı sorgulamada metanet  dileyin. Zira şimdi ona hesap sorulacak!"  buyururdu. (Ebu Davud, Cenaiz 73)
Hz.Ali(radıyallahu anh)'den anlatıldığına göre, bir ölünün defin işini  tamamlayınca şöyle derdi: "Allahım, bu kulundur, sana gelmiştir. Sen ise yanına inilenin en hayırlısısın. Ona mağfiret et, onun girdiği yeri(kabri) geniş kıl." (Rezin tahriç etmiştir, Kütüb-ü Sitte 5474)

ü  Kabir ziyareti; bidayette, İslam'ın başında putperestliğin tesirini azaltmak için kabir ziyareti yasaklanmıştı.
İslam kökleşip, iman kalplerde iyice yerleşince eski yasak kaldırıldı. Zira artık kabirlere tapınmak mevzubahis olamazdı. Bundan dolayı kabirleri ziyaret etmek, erkekler için müstehab olup, kadınlar için caizdir.
Büreyde(r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) buyurdular ki: "Ben sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü onlar size ahireti hatırlatır." (Müslim, Cenaiz 106; Ebu Davud, Cenaiz 81)

ü  Kabir ziyaretinin hem hayattakiler, hem de ölüler için faideleri bulunmakla birlikte teşvik konusu meşhur rivayetlerle sabittir.
Resulullah(s.a.v) Mekke seferi sırasında annesi Amine'nin kabrini ziyaret ederek ağlamış, etrafındakileri de ağlatmış ve müslümanların kabirleri ziyaretine de izin verilmişti. (İbn Mâce, Cenâiz 48; Müslim, Cenâiz 36; Ebû Dâvud, Cenâiz 77)
Bu meyanda olarak Kabir ziyaretinin bazı faidelerini hadislerin ışığında şöylece izah edebiliriz;
a) İnsana ölümü ve ahireti hatırlatır ve ahireti için ibret almayı sağlar. (Müslim, Cenâiz 108; Tirmizî, Cenâiz 59)
b) İnsanı zühd ve takvaya yöneltir. Aşırı dünya hırsını ve haram işlemeyi engeller. Kişiyi iyilik yapmaya yöneltir. (İbn Mâce, Cenâiz 47)
c) Salih kişilerin kabirlerini, özellikle Hz.Peygamber'in(s.a.v) kabrini ziyaret, ruhlara ferahlık sağlar ve yüce duyguların oluşmasına yardım eder.
Hz.Peygamber'in(a.s.v) ve Allah'ın veli kullarının kabirlerini ziyaret için yolculuğa çıkmak menduptur.
Bir hadis-i şerifte; "Kim, beni öldükten sonra ziyaret ederse, sanki hayatımda iken ziyaret etmiş gibi olur" buyurulmuştur. (Mansur Ali Nasif, et- Tâc, el-Câmiu'l-Usûl, II, 190)

ü  Ziyaretlerine gidilen ehl-i kuburu(kabir ehli), kendi kendine medet verecek bir kudret ve tasarruf sahibi olarak düşünüp, âmiyane ve câhilâne takdis etmek, mezar ve türbelerine çul çaput bağlamak, mum yakmak, taşına toprağına yüz sürmek, dünyevi isteklerde bulunmak; mânasız ve lüzumsuz olmakla birlikte, aynı zamanda gizli şirke benzeyen haram bir tutum ve davranış mahiyeti de arzetmekte olup dinimizce yasaklanmıştır.
Hadîslerde bu cahilce anlayışlar men`edilmiştir. Bilhassa kadınların bu gibi hatâlı, İslâm`a uymayan âdetleri devam ettirip kabirlerde saçlarını yolup başlarını taşlara vurdukları, niyetlerindeki dünyevî maksadları yoluna koydurmak için ölüden medet ummak gibi fitnelere sebeb oldukları içindir ki, Peygamber Efendimiz: "Allah kabirleri çok ziyaret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescidler yapanlara, kandiller takanlara da lanet etsin." buyurmuştur. (Tirmizî, Cenaiz 61)
Bu lânete müstehak kadınlar, kabir ziyaretinde gereken âdâb ve erkânı bilmeyip fitnelere sebeb olan kadınlardır. Yoksa usûl ve kâidelerine riayet eden kadın - erkek herkes için, kabir ziyareti yapmak müstehaptır.
Bediüzzaman hazretleri mevzu hakkında gayb aşina gözleriyle gördüğü bazı hakikatleri talebelerinin bir sorusu üzerine şöylece beyan etmiştir:
Biz de Üstadımızdan sorduk: "Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?"
Cevaben Üstadımız dedi ki: “Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile eski zamandaki lillâh için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. Öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur'daki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun, okudukları Fatihalar o ruha gider.”

ü  Kabir ziyaretinin amacı, ölüye dua ve istiğfar etmektir. Ölü için yapılan hayır ve hasenatın sevabı, sahih hadis ve icmâ delili ile sabittir ki, onlara ulaşır. Mezarları ziyarette, götürülecek hediye, dua ve istiğfardır.
Nitekim Peygamber Efendimiz(s.a.v): “Ölü, suda boğulmak üzere olup kurtulmak için yardım bekleyen bir insan gibidir. Babasının, kardeşinin ve herhangi bir dostunun duasını bekler. Bu, onun nazarında bütün dünyadan kıymetli olur. Dirilerin ölülere hediyesi, dua ve istiğfardır” buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir. (İhya, 4/876)
Boğulmak üzere olan bir dostuna, yakınına el uzatmanın değeri ne ise, mezardakileri ziyaret edip onlara dualar okumak, hayır ve hasenatlarla yardımlarına koşmak da odur.
Ne gariptir ki, bâzı kimseler her türlü hayır ve hasenattan mahrum kalmış ölüleri ziyaret ederken, onlara yardım niyetiyle değil, onlardan yardım görme maksadıyla ziyarete gider, ölüden menfaat ve medet bekler.
Gerçi evliya kabirlerini ziyaret ve hürmet, İslâmî bir gelenek hâlini almıştır. Ancak bu ziyaret, sırf Cenâb-ı Hak hesabına, o kabir sahibi Allah’ın makbul bir kulu olduğuna binaen âhirette şefâatçı olması temennisiyle yapılmalıdır. Ancak böyle olursa türbe ziyâreti câiz ve meşrû olur.

ü  Ölü namına iyilik yapmak, sadakalar dağıtmak da câizdir. Ölü kendi adına yapılan iyiliklerden, hayır ve hasenatlardan memnun ve müstefîd olur.
Ashab bir gün Resûlüllah Efendimize şöyle bir soru sordular: “Yâ Resûlâllah, biz ölülerimiz için sadaka veriyoruz, dua ediyoruz. Bu ona erişir mi?” Resûlüllah Efendimiz şu mânidar cevabı verir: “Evet, erişir. Onlar onunla sevinirler. Tıpkı birinizin kendisine hediye edilen bir tabak yemeğe sevinmesi gibi...” (İslam İlmihali, Mehmet Dikmen)

ü  Okunan âyetler, yapılan tevbe ve istiğfarlar hem ziyaret edilen merhuma, hem de kabir komşusu diğer mü’minlere hediye edilir.
Bu şekilde hediye etmekle sevab azalmaz. Bu, tıpkı yüksek bir yerden çağırırken, sesi bir kişi ile bin kişinin duyması arasında fark olmayışı gibidir. Bir kişiye hediye etmekle bin kişiye hediye etmek arasında sevabın azalması diye bir şey söz konusu değildir.
Nuranî şeyler güneş ışığı gibidir. Çok kimselerin aynı anda ışıktan istifade etmeleri az kimsenin istifadesini noksanlaştırmaz.
Bediüzzaman hazretleri mevzu hakkında sorulan bir suale şöyle cevap vermiştir;
Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’ânî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, ba’zan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Hâlbuki böyle cüz’î birtek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”
Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasiyle bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fâtiha dahi, meselâ; umum ehl-i îman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle ma’nevî âlemde, ma’nevî havada çok ma’nevî elektrikleri, ma’nevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor.
Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye herbirine tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer. (Şualar, 1.Şua, 1.Sual)

ü  Ziyaret için kabristana giden kimse, ehl-i kuburu selamlayarak içeri girer.
Kabristan sakinleri, ziyaretçinin verdiği selâmı alır ve ziyaretçinin mezarlarının başında oturmasıyla ünsiyet edip memnun olur.
Ziyaret edilecek merhumun kabrine, ayakucu tarafından yaklaşılır. Yüzüne veya kıbleye müteveccihen ayakta durulur veya oturulur. Kabrin başında, Yâsîn-i şerîfi, 10 defa İhlâs sûresini yahut da bildiği âyet ve sûreleri okumak câiz ve münasiptir.
Hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmaktadır: "Herhangi bir kişi, sağlığında tanıyıp bildiği bir kişinin mezarının yanından geçer de ona selâm verirse, mezar sâhibi onu tanır ve sevinçle selâmını alıp iade eder..." (İslam ilmihali, Mehmed Dikmen)
İbnu Abbas(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resulullah(aleyhissalâtu vesselâm), Medine ehlinin mezarlarına uğramıştı. Mezarlara yüzünü çevirerek: "Esselamu aleyküm ey kabir halkı! Allah sizi de bizi de mağfiret buyursun. Sizler bizim seleflerimizsiniz. Biz de arkadan geleceğiz" buyurdular. (Tirmizî, Cenaiz 59)

ü  Kabirlerin yanında kurban kesilmesi, her hangi bir vesileyle bir türbe veya yatıra kurban adanması da İslam’a uygun bir davranış değildir.
Kurban, Allah için yapılan bir ibadet olduğu için, kabirlere kurban kesilmesi büyük günahtır.
Hele ölünün rızasını kazanmak ve yardımını elde etmek için kesilmesi kesinlikle haramdır. Bunun şirk olduğunu söyleyenler de vardır.
Nitekim Peygamberimiz(s.a.v), “İslam’da kabirlere kurban kesmek yoktur.” buyurmuştur. (Ebu Davud, Cenâiz 70)

ü  Mezar çiğnemek mekruhtur. Mecbur kalınmadıkça mezarların üstüne basılmaz, toprakları çiğnenmez, küçük veya büyük abdest bozulmaz.
Şayet geçip gitmek için başka yol yoksa ve zaruret hali vuku bulursa, merhuma Kur`an ve duâlar okunarak mezarına basılıp geçilir.
Hz.Ebu Hureyre(r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) buyurdular ki: "Birinizin bir kor üzerine oturup elbisesini oradan da  bedenini yakması, kendisi için bir kabrin üzerine oturmaktan daha hayırlıdır." (Müslim, Cenaiz 96; Ebu Davud, Cenaiz 77)

ü  Kabir üzerindeki yeşillikler hiçbir surette yolunmaz, bil’akis çiçekler dikilir, ağaçların kurumaması te’min edilir. Kuruyan ağaçlar ise kesilebilir. Yeşil ağaçları kesmek kat’î surette mekruhtur.
Zira bütün mevcudat lisan-ı hal ile "Bismillâh" der. Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları "Bismillâh" der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. "Allah namına, Rahmân namına" der; herşey ona musahhar olur. (Sözler, 1.Söz)
Dolayısıyla kabristan sakinleri, mezarlarının üstünde veya yanında biten nebat ve ağaçların manen, lisan-ı halleriyle yaptıkları zikirlerinden, ibadetlerinden istifade ederler. Bu şekilde ehl-i kubura rahmet vesilesi olarak varsa azablarının hafifletilmesine sebep olurlar.
Hz.Peygamber(s.a.v) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah(s.a.v) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." buyurmuşlardır. (Buhârî Cenâiz 82; Müslim, İmân 34)

ü  Mezarları yaptırmakta, İslâmî yönden bir mahzur yoktur. Mezarın başına taş da dikilebilir.
Çevresine duvar örüp yükseltilmesinde hiçbir mahzur söz konusu olmaz. Yeter ki mezarın üzerindeki topraklar örtülmesin, üzerine beton ve taş koyarak, yeşillik bitmez hâle getirilmesin. Esas olan, mezarın üzerindeki toprağın açık kalması, yeşillik bitmeye müsait halde bulunmasıdır. Toprağın üstü örtülmemek şartıyla mezarın etrafına taş dikilerek kaybolmasının önlenmesi câizdir.
Ancak mezarlara, kaybolmasını önlemek düşüncelerinin dışında bir niyetle, büyük masraflara girip kubbeler yapmak, en pahalı taş ve san'atkârları getirip binalar inşa etmek, israftan, abes ve lüzumsuzluktan başka bir şey değildir. Zira Mezarlarda israf ve gösteriş caiz olmaz.

ü  Kabir ziyareti sırasında mezarda namaz kılınmaz. Kabirler asla mescid edinilmez. Kabre karşı da namaz kılmak mekruhtur. (Müslim, Cenâiz 98; Ebû Dâvud, Salât 24)

ü  Kabristanda, ziyâretle bağdaşmayan edep dışı ve malayani söz söylemekten, kibirlenip çalım satarak yürümekten sakınmak ve mütevâzî bir tavır takınmak gerekir. (Nesâî, Cenaiz 100)

ü  Hanefi ve Malikilere göre kabir ziyaretini cuma ve bunun iki yanındaki perşembe ve cumartesi günleri yapmak daha faziletlidir.
Şafiîler, perşembe gününün ikindi vaktinden başlamak üzere cumartesi sabahına kadar ziyaretin daha uygun olacağını söylemişlerdir.
Hanbeliler, ziyaret için belli bir gün tahsis etmenin doğru olmadığını belirtmişlerdir. Sonuç olarak cuma günü ziyaret daha faziletli ise de diğer günlerde ziyaret de mümkün ve caizdir. (Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbea, I, 540)

ü  Tâziye, yakını vefat eden kederli bir müslümanı ziyaret edip tesellide bulunmak, üzüntülerine ortak olmaktır.
Dinimiz musibete düşenlere ilgi göstermeyi emreder, ilgiye büyük sevap vaadeder. Nitekim musibet sahibine teselli vermenin, musibeti çekenin sabır ve tevekkül göstererek kazanacağı sevap kadar sevaplı bir amel olduğu hadislerde belirtilmektedir.
Taziye vermenin, âlimlerimiz, bizzat giderek, gitmek mümkün değilse telefon ederek, mektup yazarak gerçekleşebileceğini belirtir ve taziyenin musibeti azaltıcı bir ifade olduğunu söyler.
Sabır tavsiye etmek, musibetin ecrini, sevabını hatırlatmak, "Allah ecrini artırsın", "Sabr-ı cemil versin", "Şükretmeyi nasip etsin" gibi dualarda bulunmak, "hayra sebep olan, yapan gibidir" düsturuna bianen, taziye ile musibet sahibini teskin ve teselli eden onun ecrine biiznillah iştirak edecektir.
İbnu Mes'ud (r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) buyurdular ki: "Kim  bir belaya maruz olana taziyede bulunursa, ona öbürünün sevabının bir misli verilir." (Tirmizî, Cenaiz 71)

ü  Taziye ziyareti sırasında merhumun yakınları teselli, veciz ifadelerle, şu şekilde olabilir:
“El Hükmü Lillah(Hüküm Allahındır.) Kazaya rıza, kadere teslim İslâmiyetin bir şiârıdır. Cenâb-ı Hak sizlere sabr-ı cemil versin; merhumu da, size zahîre-i âhiret ve şefaatçi yapsın. Âmin.”
“Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı, elîmâne teessürat ve meyusâne teellümâtın bir mânâsı olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden nereye gitmişse, siz de, biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem müfarakat dahi ebedî değil; ileride hem berzahta, hem Cennette görüşülecektir. El Hükmü Lillah(Hüküm Allahındır) demeli. O verdi, O aldı. (Elhamdü lillâhi alâ külli hal) deyip sabırla şükretmeli.” (Mektubat, 17.Mektub)

ü  Taziye ziyaretine gidildiğinde, Efendimiz(a.s.m) meyyit için dua edilmesini ve ardından Fatiha suresinin okunmasını tavsiye etmişlerdir.
Taziyede okunabilecek dualardan biri de şudur:
"E'zemallahu ecrekum ve ehsene âzaekum ve ğefere limeyyitikum"
Anlamı: "Allah ecrinizi artırsın, Sabrınızı güzel eylesin ve ölünüzü bağışlasın"

ü  Tâziye ziyaretleri, ilk üç gün içinde yapılmalıdır. Daha sonra yapılacak ziyaretler, zamanı geçmiş tâziye ziyâretleri olarak ifade edilir.
Tâziye süresi, aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Tâziyenin üç gün içinde yapılması müstehaptır. Ölü sahipleri normal hayata daha çabuk dönebilsinler diye, üç günden sonra tâziye yapmak mekruh kabul edilmiştir.
Ölü sahipleri yapılacak tâziyeleri kabul için üç gün süreyle evlerinde oturabilirler. Başka yerde oturanlar veya aynı yerde olduğu halde haberi olmayanların üç günden sonra tâziye yapmaları mümkün görülmüş ise de, aslolan tâziye işinin üç gün içinde bitirilmesidir.
Hz.Peygamber(s.a.v) üç güne kadar yas tutmaya izin vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve Ahiret gününe iman eden kadına ölü için üç günden fazla yas tutmak helâl değildir. Ancak kocası için iddet süresi olan dört ay on gün yas tutması müstesnadır." (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI, 292)

ü  Ölünün kırkıncı ve elli ikinci gecesi ile ilgili bir rivayet yoktur.
Böyle geceler için özel merasim tertip etmek doğru değildir. Ölenler için dua ve tasadduk etmek, Kur'an okumak her zaman iyidir. Şu veya bu geceye özel olarak sınır getirilemez.
            Bazı işlerin ölüye yarar sağlayacağı ve bazı davranışların sevabının onlara ulaşacağı bir gerçektir. Âlimlerin çoğu meselâ; ölen birisi için verilen sadakanın, şartlarına uygun olarak okunan Kur`ân-ı Kerîm`in, yapılan duâların ona ulaşacağını söylemişlerdir. (bk. Nevevî, Fetâvâ 92; Ibn Âbidîn, el-Ukâd l1/297)
            Fakat ölenin mü’min olarak gitmiş olması, bunun birinci şartıdır. Mü’min olarak ölmeyenler için yapılan bağış dileklerinin aslâ kabul olunmayacağını, Allah(c.c) Kur`ân`da haber vermektedir. (Tevbe, 9/80)
Böyle belirli gecelerde toplanıp ölen için birşeyler yapmaktansa, imkân bulunulan herhangi bir zamanda onun ruhuna göndermek üzere Kur`ân okumak, onun için hayırlar yapmak, sadaka vermek daha güzeldir.

ü  Ölünün bütün ailesini, erkek olsun, kadın olsun akrabalarını umûmî olarak taziye etmek müstahabdır. Ancak genç kadınları, yalnız mahrem­leri taziye eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder