24 Mart 2011 Perşembe

Meşveret (İstişare) Adabı


Meşveret (İstişare) Adabı

ü  Meşveret, müdavele-i efkâr suretinde nizasız mübahese etmektir. Yani, yapılacak işler hususunda, ehil olan kişilere danışmak, onlardan görüş almaktır. Şûra ve İstişare kelimeleri de aynı anlamda kullanılır. (Lemalar 106)
İstişare, kelime olarak işaret kökünden gelir, işaret istemek manasına gelir. Müsteşir,  işaret isteyen demektir, müsteşar da kendisinden işaret istenen kimse demektir. İşareti burada fikir, nasihat olarak  anlarsak, istişarenin bir fikir danışma,  nasihat isteme ameliyesi olduğunu anlarız.
Meşveret bir emri ilahi ve bir hükm-ü Kur’andır. Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i islamiyyedeki saadetlerinin anahtarı meşveret-i şeriyyedir. (Hutbe-i Şamiye)
Meşverete uygun hareket etmekle bir Müslüman, hususan Nur Talebesi manevi mes’uliyetten kurtulabilir.
Meşveret, hak ve hakikati ortaya koyma ve mevcut şartlar içinde yapılması gerekeni en isabetli şekilde belirleme imkânı verir. Kendisiyle Meşveret edilenlere, değer verildiğini gösterir. Onların kalplerini hoşnut eder, işin beraberce yürütülmesini sağlar.
Keza meşvereti kabul edip tabi olmak manevi bir mertebe iktisabıdır. Böyle bir nimetten mahrum kalınmamalıdır.       

ü  Müşkili olan herkesin meselesini bir bilenden sorması bizzat Kur'an-ı Kerim tarafından: "Bilmiyorsanız bir bilenden sorun" (Nahl 43; Enbiya 7) diye  emredilmekten başka Hz.Peygamberde(aleyissalâtu vesselâm) "Akıllara sorun, doğru yolu bulursunuz, bu emrime asi gelmeyin pişman olursunuz" (İbnu Hacer, el-Metalibu'l-Aliye 3,17) der.
Bir tebliğinde: "Kardeşiniz birinizden bir şey soracak  olursa ona mutlaka yol göstersin" (Ebu Davud, Edeb 114) diye emrederken sorana verilecek bu cevabın bir vazife olduğunu da ayrıca belirtir: "Bir Müslümanın diğer bir Müslüman üzerindeki haklarından biri, ondan tavsiye talep ettiği zaman kendisine tavsiyede (nasihatta) bulunmasıdır." (Maverdi, Edebü'd Dünya ve'd-Din s.239-40)

ü  Bediüzzaman Hazretleri, Cenab-ı Hakk'ın, insanın kalbini Kendisi için bir ayna ve bir taht yaptığını, buraya hiçbir şeyin sokulmaması gerektiğini; fakat dört şeyin (acelecilik, hırs, aşk-ı mecazî ve siyaset) kalbi delip içine girdiğini, bu yüzden Cenab-ı Hakk'ın maksadının aksiyle tokat vurduğunu beyan ediyor.
Evet, Acelecilik doğrudan kalbi parçalayıp içeri girer. Artık o kimsenin gözü hiç kimseyi görmez ve hiç kimseyle istişare etmez. Hemen kararını verir ve çok yanlış yapar. Kalbe bağlı bütün sistemler şeytanın kontrolüne girdiği için aceleciler hakkında da "Acele etmek şeytandandır." buyurmuştur.
Şu hâdisâtın sırrı şudur ki: Nasıl ki bir ekmeğin vücudu, tarla, harman, değirmen, fırına terettüp eder. Öyle de, tertib-i eşyada bir teennî-i hikmet vardır. Hırs sebebiyle, teennî ile hareket edilmediği için, o tertipli eşyadaki mânevî basamakları müraat etmez; ya atlar, düşer veyahut bir basamağı noksan bırakır, maksada çıkamaz. (Mektubat, 22.Mektub, 2.Mebhas)
Onun için düşüne taşına, sonra araştırıp soruştura ve meşveret ede ede karar verenler isabet ettikleri için Efendimiz(s.a.v), "Teennî ile hareket etmek ve aceleye kapılmamak Allah'tandır." buyurmuştur. (Tirmizi)


ü  Kur'an-ı Kerim, insanlık tarihi kadar eskiliğini göstermek sadedinde Hz. Süleyman'ın mektubu üzerine, takip edilecek siyasetin tesbiti maksadıyla yakınlarını toplayan Belkıs'ın yaptığı istişare (Neml, 29-33) başta olmak üzere Firavun'un Hz. Musa'ya karşı alınması gerekli tedbirleri tesbit için etrafındakilerle yaptığı istişareden (A'raf, 7, 109-112.), Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'le ilgili olarak, onun kurban edilmesi hususunda gördüğü rüya üzerine, çocuk İsmail'le yaptığı istişareye (Saffat 37,101,102.) varıncaya kadar kaydettiği misallerden  başka, iki ayrı ayette Hz.Peygambere(aleyissalâtu vesselâm) ve Müslümanlara istişareyi emreder.
Kur'ân-ı Kerîm'de istişâre, iki âyette sarâhaten ele alınır; işareten şûrâya temas eden âyât-ı Kur'âniye ise pek çoktur.
Te’vilsiz, yorumsuz açıktan açığa şûrâ ile alâkalı bu iki âyetten biri, Âl-i İmrân sûre-i celîlesindeki: "Bu iş hususunda onlarla istişârede bulun!" (3/159) âyeti, diğeri de Şûrâ sûre-i mübînindeki: "Onların işleri kendi aralarında meşveret iledir." (42/38) fermân-ı Sübhânîsidir.
Ayrıca, şûrâyla alâkalı beyânın içinde bulunması itibârıyla, bu sûreye "Şûrâ" isminin verilmesi de gayet mânidârdır!
Bu sûrede şûrâ, sahâbe-i kirâmın övgüye lâyık bir vasfı olarak ele alınıyor. Sanki "Her işleri meşveret üzere olan bu insanlar nasıl senâ edilmez ki" tarzında senakarane bir hatırlatma yapılıyor.
Evet, ashâbın senâ edilecek onca husûsiyetlerinin yanında burada, sadece "şûrâ" kelimesi seçilerek onunla senâ edilmeleri, meşveretin ehemmiyeti adına çok önemli bir ipucu sayılır.

ü  İstişâreye, sünnet-i seniyyede küçümsenmeyecek ölçüde ehemmiyetle üzerinde durulduğuna, hatta tahşidât yapıldığına şâhit oluruz.
Mevzuyla  alâkalı olarak gelen rivayetler, Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm)'in ve ashabının(radıyallahu anhüm) hayatlarında istişare keyfiyetinin mühim bir  düstur olarak yer etmiş bulunduğunu gösterir. Öyle ki, bu mevzuda gelen hadislere dayanarak Hz. Peygamber (aleyissalâtu vesselâm)'in etrafındakilerle istişare etmeden bir karara varmadığı, bir icraatta bulunmadığı bile söylenebilir.
Hz.Enes(r.a): "Arkadaşları ile istişarede Hz.Peygamber(s.a.v) kadar ileri giden bir başkasını görmedim" der.( Tirmizi, Cihad 34)
Hz.Ömer(r.a), Peygamberimiz aleyhisselam'ın Müslümanlarla  alâkalı bir meselenin istişaresi için Hz. Ebu Bekir ile birçok geceler boyu başbaşa kaldıklarını bazan  kendisinin de katıldığını belirtir.(Hâkim en-Neysaburi, el-Müstedrek 2,227)
Suyûti, Hz.Peygamber'den(aleyissalâtu vesselâm): "Allah bana farzları yapmamı emrettiği gibi, istişare yoluyla insanları iyi idare etmek, insanlara iyi davranmak, onlarla iyi geçinmek, onlara mültefit olmak,  onları kazanmak, gönül alıcı olmak gibi içtimâî kaynaşmayı sağlayacak davranışları dahi emretti" hadisini kaydeder.(Suyuti, Hasaisu'l-Kübra s.125)

ü  Hz.Peygamberi(aleyissalâtu vesselâm) meşverete bu kadar ehemmiyet vermeye sevkeden şey meşveretin tesiri hakkında taşıdığı inanç idi.
İstişare edenin "asla pişman olmayacağını" belirten (Heysemi, Nuruddin Mecmau'z-Zevaid 2,280) Hz.Peygambere(aleyissalâtu vesselâm) göre: "Bir millet istişare ettiği müddetçe zillete düşmez." (Zemahşeri, Keşşaf 1,332)
Bu inancı takviye eden diğer bir görüşüne göre,  bir meselede ferdî görüşler yanılabilirse de cemaatin görüşü asla yanılmaz: "Allah, ümmetimi dalalet üzere birleştirmez. Allah'ın eli cemaat üzerinedir." (Tirmizî, Fiten 7)
Zira "Gelip geçen  bütün  peygamberlerin ikisi sema ehlinden, ikisi de arz ehlinden olmak üzere istişare edeceği dört veziri olageldiğini ve kendisinin de aynı şekilde   dört vezirle takviye edildiğini" (Tirmizî, Menakıb 44) belirten Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm) salih (liyakatli) bir  müşavirin ehemmiyetini belirtme sadedinde bir başka hadislerinde şöyle buyururlar: "Sizden, üzerine  mesuliyet yüklenen bir kimse için Allah hayır murad ederse, ona "salih" bir vezir nasib eder de unuttuğu şeyleri hatırlatır, hatırladığı şeylerde de yardımcı olur." (Nesai, Sünen, Bey'a 33)
Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm), istişarenin içtimâî hayata getireceği huzur ve saadeti ifade için de: "Umeranız hayırlılarınızdan, zenginleriniz de cömertlerinizden olur ve işleriniz de aranızda  istişare ile yürürse yerin üstü sizin için yerin altından daha  hayırlıdır" (İbnu Kesir, en-Nihaye Fi'l-Fiten 1,24) der.

ü  Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm), "İşleri, aralarında şûra iledir" ayetinin alim-cahil, idare eden-idare edilen herkese şamil olan umumi emrine rağmen hiç kimsenin şu veya bu mülahaza ile, kendisini istişareden müstağni addetmemesi,  mutlaka istişareye yer vermesi gereğini ifade zımnında: "Ben vahiy gelmeyen hususlarda sizden biriniz gibiyim" der (Heysemi, Mecmau'z-Zevaid 1,178;9,46) ve "Allahu Teala  ikisi sema ehlinden: Cibril ve Mikail ve ikisi de arz ehlinden: Ebu Bekir ve Ömer olmak üzere dört vezirle beni takviye etti" diye ilave eder.( Münavi, Feyzu'l-Kadir 2)
Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm) Müslümanları kendisiyle istişareye teşvik etmek, bilhassa dünyevî  işlerin tedviriyle alâkalı hususlarda, herkesin şahsî fikrini söylemede, kendi nübüvvet otoritesi karşısında içlerinden geçebilecek tereddüd ve çekingenlikleri kırabilmek için daha da ileri giderek: "...Şunu bilin ki; ben de bir insanım, söylediklerimde isabet de ederim, hata da ederim" (Heysemi, Mecmau'z-Zevaid 1,178), "...Siz dünyanızın işini benden daha iyi bilirsiniz" (Heysemi, Mecmau'z-Zevaid 1,179) gibi beyanlarda  bulunmuştur.
Hz. Peygamber (aleyissalâtu vesselâm) kendisinden sonra gerek ilmî ve gerek içtimâî vaziyeti ne olursa olsun herkesin mutlaka istişare ile hareket etmesi gereğini ifade eden bir beyanı Hz. Ali'nin bir sorusu üzerine varid olmuştur. Aslı uzun olan mezkûr rivayette Hz. Ali, Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm)'e sorar: "Ey Allah'ın Resulü, hakkında Kur'an'da ayet gelmemiş, sizin sünnetinizde de bir benzeri hükme bağlanmamış, hakkında emir veya yasak beyan edilmemiş bir hâdise ortaya çıkarsa ne yapmamızı irşad buyurursunuz?" Resulullah (aleyissalâtu vesselâm)'ın cevabı şudur: "Onu fukaha ve mü'minlerden abid olanlar arasında istişare edin. Fakat asla hususi bir kimsenin re'yi ile hükme bağlamayın..." (Heysemi, Mecmau'z-Zevaid 1,180)
 Hasan-ı Basri şöyle der: Cenab-ı Hak: "İş hususunda onlarla istişare et" diyerek mahlûkatın en kâmiline meşvereti emretti. Bu emir, Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm)'in ashabına olan ihtiyacı sebebiyle değildir. Bu emirle Cenab-ı Hak, bize meşveretin fazilet ve ehemmiyetini öğretmek ve Müslümanların meşvereti hayatlarında tatbik etmelerini sağlamak; kişinin, âlim bile olsa insanlarla meşverette bulunması gerektiğini öğretmek istemiştir." (İbnu Ma'n ed-Dürrî, Temyiz Nu.945,60/a)
Katâde de aynı ayeti açıklarken emrin Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm)'in ashabının fikirlerine olan ihtiyacından ziyade terbiyevî yönünü dile getirir: "Allah, müşavereyi Ashab'ın Hz. Peygamber (aleyissalâtu vesselâm)'e ülfet ve yakınlığını artırmak ve onların (içlerinden geçebilecek her çeşit mülahazaları bertaraf ederek) nefislerini hoş kılmak için emretti" (Maverdi, s.235)
Müşavere emrinin "kalplerin hoş  kılınması" gayesine raci olduğu farklı âlimlerce te'yid edilen bir husustur.(İbnu Kesir, Tefsir 2,142,143) İlk nazarda mübhem gibi gelen bu tabirin aydınlanması maksadıyla İbnu Kesir'in: "Böylece insanlar, yaptıkları işlerde daha şevkli (enşat) olurlar" izahını (İbnu Kesir, Tefsir,2,142) kaydedebiliriz.
ü  Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer'iyedir.
 âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor.
            Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en büyük kıt'a olan Asya'nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.
Asya kıt'asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer'iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyedir ki, o hürriyet-i şer'iye, âdâb-ı şer'iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.
İmandan gelen hürriyet-i şer'iye iki esası emreder:

Yani,
  • İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek ve zâlimlere tezellül etmemek...
  • Allah'a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz.
  • Birbirinizi, Allah'tan başka kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah'ı tanımayan, herşeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder.
  • Evet, hürriyet-i şer'iye Cenab-ı Hakkın Rahman, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.

Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûrâ kuvvet bulsun! Bütün levm ve itâb ve nefret, hevâ hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet, hüdâya tâbi olanlar üstüne olsun. Âmin.
Eğer denilse: Neden şûrâya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya'nın, hususan İslâmiyetin hayatı ve terakkisi nasıl o şûrâ ile olabilir?
Elcevap: Nurun Yirmi Birinci Lem'a-i İhlâsında izah edildiği gibi, haklı şûrâ ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile, üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakikî ihlâs ve tesanüd ve meşveretin sırrıyla, bin adam kadar iş gördüklerini, çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor.
Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz'î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hâcetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi, hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikinden gelen şûrâ-yı şer'î ile yaşayabilir, o düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar. (Hutbe-i Şamiye, 6.Kelime)

İslam'ın istişareye verdiği ehemmiyeti belirttikten sonra, İslamî istişarenin safhalarıyla alâkalı birkaç mühim noktayı, Şûrâya esas teşkil eden hususları açıklayabiliriz:
ü  Liyakat: Müsteşar, fikri alınacak hususta akıl, tecrübe ve bilgi yönleriyle liyakatlı olmalıdır.
Hadiste: "Akil olandan fikir alın ki, doğruyu bulasınız.." (İbnu Hacer, el-Metalibu'l-Aliye 3,17), "İşini bilmen, akıllı kişiye danışıp sonra da ona uymandır" (Alauddin Aliyyu'l-Muttaki, Kenzu'l-Ummal, 3,110) denir.
Âlimler, kendini beğenen, tecrübesiz gençle, aklına araz gelmiş yaşlılardan fikir almamayı tavsiye ederler.(İbnu'l-Hac el-Maliki, el-Medhal 4,46)
Liyakatlı ve tecrübeli kimse, güvenilebilir olduğu takdirde müşrik bile olsa fikrine başvurulabileceği hususunda yukarıda zikri geçen Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm)'in amcası Abbas ile henüz Müslüman olmazdan önce yapmış bulunduğu istişare delil olarak gösterilebilir.
Ahlak kitaplarında kaydedilen: "Müsteşarın fikren gam ve kederden salim olması" şartını da liyakatla alâkalı bir husus olarak değerlendirebiliriz.(İbnu'l-Hac el-Maliki, el-Medhal 4,46)

ü  Mutemed(Güvenilir, dürüstlük) Olmak: Fikrine başvurulacak kimsenin liyakattan başka mûtemed olması  aranmalıdır.
Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm) mükerrer olarak: "Müsteşar güvenilir olmalıdır" der. (İbnu Mace, Sünen, Edeb 37)
Bir başka hadiste: "Müsteşar dürüst olmalıdır, bir kimseye bir şey danışılırsa kendisine yapılmasını arzu ettiği şeyi tavsiye etmelidir" (Alauddin Aliyyu'l-Muttaki, Kenzu'l-Ummal, 3,409) der, böyle hareket etmeyenin davranışını da "...kardeşine ihanet etmiştir" diyerek ihanet gibi ağır bir suçla suçlayarak takbih eder.(Alauddin Aliyyu'l-Muttaki, Kenzu'l-Ummal, 3,411)
Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm) istişarede dürüstlükten ayrılanları kınayan hadislerden birinde de şöyle buyurur: "Kişi kendisinden fikir danışanlar hakkında hayırhah olduğu müddetçe görüşlerinde isabetli olmaya devam eder. Ancak, danışanı ne zaman aldatmaya kalkarsa Allah da onun fikirlerindeki sıhhati (isabetliliği) kaldırır." (A.e., 3,409)
Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm) yukarıda kaydettiğimiz bazı hadislerde fikir danışana cevap vermenin bir  vecibe olduğunu beyan etmekle beraber, kanaat beyan ederken dürüstlüğün şart olduğunu bilhassa tebarüz ettirir. Müracaat edenle müsteşar arasında mevcut hasmane düşünceler, menfi hisler sebebiyle dürüst olmayacaksa sükût etmesi, konuşmaması gereklidir: "Müsteşar güvenilir olmalıdır, sorulana dilerse cevap verir, dilerse sükût eder. Ancak cevap verecekse yapılacak iş kendisi için yapılıyormuşcasına doğru cevap versin." (Alauddin Aliyyu'l-Muttaki, Kenzu'l-Ummal, 3,410)

ü  Müslüman ve Dindar Olmak: Bazı hadisler, istişare edilecek kimsenin Müslüman ve mütedeyyin olmasını şart koşar: "Kim bir işe girişmek ister de o hususta Müslüman biri ile müşavere ederse Allah onu işlerin en doğrusunda muvaffak kılar." (Alauddin Aliyyu'l-Muttaki, a.g.e., 3,409)
Ahlak kitaplarına "müttaki, mütedeyyin olmak" şeklinde girmiş olan bu şartın, keza "nasih ve muhib olmak", "sorulan hususta müsteşarın menfaati olmamak" gibi kaydedilen diğer şartlarda da olduğu üzere, esas gayesi yukarıda kaydettiğimiz "güvenilir olmak" şartını gerçekleştirmeye racidir. (İbnu'l-Hacc, a.g.e., 4,46)

ü  İlgili Olmak: Bu vasıf liyakat maddesinde mütalaa edilebilirse de ayrıca ele alınmasında fayda vardır. Aslında ilgi, liyakattan oldukça farklı bir husustur.
“Uhud Seferi sırasında, savaş şehrin içinde mi, yoksa dışında mı olmalı?” diye müzakere yapılırken münafık Abdullah İbnu Übey İbni Selül'ün fikrinin alınması bu mesele ile olan alâkası sebebiyledir. Zira, üç yüz civarında bir grubun  lideri durumunda idi.
Bu cümleden olarak, kadınla istişare meselesi de mevzubahs edilebilir. Zaman zaman, bir kısım kitaplarda mutlak bir ifade ile "kadınla istişare etmeyin" (İbnu'l-Hacc, a.g.e. 4,46) şeklindeki tavsiyenin sünnete uymadığını söyleyebiliriz. Zira en azından kadını ilgilendiren meselelerde onunla istişare edilmesi hususunda Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm)'den çok net "emirler" varid olmuştur: "Kendilerini ilgilendiren hususta kadınlarla istişare edin" (Usdü'l-Gabe 4,15) "Kızları hususunda kadınlarla istişare edin." (Ebu Davud, Nikah 24) gibi.
Evlenme gibi şahsını alâkadar eden bir mevzuda fikrinin alınması ve ona uyulması kesinlikle ifade edilir ve hatta "kızın arzusunun hilafına yapılan nikâhın bizzat Resulullah tarafından iptal edilmesi" (Buhari, İkrah 4) vak'asına dayanan "cumhur" bu çeşit nikâhın batıl olduğuna hükmeder.(İbnu Hacer,  Fethu'l-Bari 15,351)
Şüphesiz bir erkek, kadını veya kızı ile sadece evlenme meselesinde "istişare etmekle" kayıtlı değildir. Bu hususu te'yid eden bir rivayette: "Hz.Peygamber (aleyissalâtu vesselâm) kadınlarla bile istişare eder, onların beyan ettikleri görüşleriyle amel ederdi" denmektedir.( İbnu Kuteybe, Uyunu'l-Ahbar 1,27)
Tirmizi'de "kızıl rüzgâr"la alâkalı hadiste geçen "kişi annesine bakmaz, kadınına  itaat eder"  cümlesinde kınanan husus, kadınla yapılan istişare değil, annenin ihmal edilmesidir. Nitekim aynı hadiste "...babasına bakmaz, arkadaşına rağbet gösterir" denmektedir.( Tirmizî, Fiten 38)
Şu halde, kadını ilgilendiren şahsî, ailevî meselelerde fikri alınacağı gibi, ihtisasına giren meselelerde de fikri alınabilecektir. Zaten liyakat ve ilgisi olmayan hususlarda erkek de olsa kendisiyle istişare tavsiye edilmemiştir.
Bu meyanda olarak Cemaatin ve hizmetin inkişafına mütenasiben, ister fikir istihsal edilirken ve isterse taksim-i a'mal ile tavzifat yapılırken, ehl-i hizmet kardeşlerin ihtisas sahaları mutlaka nazar-ı itibara alınmalı ve bunun takibine gidilmeli.

ü  Şahsi Kanaatlarda Direnmemek: Sünnette gelen mühim müşavere örnekleri tetkik edilirse Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm)'in müzakereye sunduğu meselelerde şahsî kanaatlerinin benimsenmesi için, Hudeybiye  Sulhü hariç, çok ısrar etmediği görülür.
Bedir'de seçmiş olduğu ilk savaş mevziini, Hubab'dan gelen teklif üzerine terkettiği gibi, Uhud Savaşı'nın Medine'nin içinde yapılması istikametindeki kanaatine  rağmen gençlerin çoğunlukla "şehrin dışında" olmasını istemeleri üzerine de dışarı çıkmayı kabul etmiştir.
Bir fikri, bir kanaati asla ısrarla kabul ettirme cihetine gitmemelidir. Sadece kanaat veya fikrin mahiyet ve sebepleri hakkında gerekli bilgiyi vermekle iktifa etmek gerekir. Yani, akla kapı açıp, ihtiyarı elden almayacak bir üslup takip etmek gerekir.
Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm) fitne alâmetleri  meyanında "rey sahibinin kendi reyini beğenmesini" de zikretmek suretiyle (İbnu Mace, Fiten 21) istişare meselesinde mühim bir prensibe dikkat çekmiş oluyor.

ü  Müşavirleri Gücendirmemek: İstişare mevzuunda mühim bir husus da farklı ve bazan da birbirine zıd fikirlerin ortaya atılması sırasında liderin alacağı tavırdır.
Zira fikirlerden birinin kabulü, diğerlerinin reddi demek olacağından buradaki farklı bir kabul veya red şekli, reddedilen fikir mensuplarını gücendirip yersiz bir muhalefete sevkedebilir.
Fikir beyan ederken muhataplarını rahatsız etmemeye gayret sarf etmek, onları rencide edici konuşmalardan azami ölçüde sakınmak lazımdır. Kişi fikrini açıklarken daima gayeyi, hizmeti Nuriye’yi yani Nur talebelerini nazara vererek konuşmalıdır.
İstişarede; itham, tenkid ve aleyhtar konuşma vaki olursa, böylesi kimselere karşı neticeleri göstererek, mukabelede bulunmamak gerekir.
Nur düsturlarındaki nezaket ölçüleri dâhilinde kısa ve öz cevaplarla iktifa etmek yeterlidir. Şahsa ve fikirlerine değer verildiğini ihsas edici davranışlar, muhabbeti ve istişarenin selametini arttırır.
Bu endişeyi Hz.Peygamber(aleyissalâtu vesselâm)'in hayatında bariz bir şekilde görmekteyiz. Nitekim Bedir esirlerine yapılacak muamele hususunda cereyan eden istişare sırasında müşavirlerden gelen farklı görüşleri teker teker dinledikten sonra, bunlardan sadece Ebu Bekir'in görüşünü muvafık bulsa da  diğerlerine de iltifat eder: Ey Ebu Bekr senin misalin Hz.İbrahim'e benziyor. O, Allah'a kavmi hakkında şöyle demişti: "Rabbim bana uyanlar bendendir, uymayanlara gelince, sen af ve mağfiret edicisin." (İbrahim, 36) Ey Ömer senin de misalin Hz.Nuh gibidir. O, kavmi için şöyle demişti: "Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden tek canlı bırakma." (Nuh, 26)
Burada kaydı gereken bir durum Hz.Ömer'le alâkalı olarak rivayet edilmektedir. O da, istişare sırasında herkesin re'yini serbestçe söylemesi, rahatça münakaşa edilmesi, ileri sürülen fikirlerdeki farklılıklar sebebiyle müşavirlerin birbirine gücenmemesi gereğidir. Said İbnu'l-Müseyyeb der ki: Ömer İbnu'l-Hattab ve Osman İbni Affan aralarındaki bir mesele için  öyle bir nizaya girerlerdi ki, onları seyreden birisi: "Artık bunlar bir daha biraraya gelmezler derdi. Ancak, en güzel ve en tatlı bir şekilde ayrılırlardı." (Alauddin Aliyyu'l-Muttaki, Kenzu'l-Ummal 10,186,187)

ü  Meşveret Kararlarının Uygulanması: İstişarede karar alındıktan sonra tatbikat sırasında tereddüde yer vermemek İslamî istişarenin mühim bir vasfıdır. Bunun üzerine  hassasiyetle ve ısrarla durulur. Karar safhasından sonra tereddüd ve çekingenlik kesin bir dille reddedilir.
Bizzat Kur'an-ı Kerim'de istişarenin emredildiği ayette istişarenin bu vasfı da belirtilir. Ayet şöyle: "...iş hususunda onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi artık Allah'a güvenip dayan. Çünkü Allah, kendine güvenip dayananları sever." (Al-i İmran, 3,159)
Uhud Harbi için gençlerin reyine uyularak şehir dışına çıkmaya karar verilip hazırlığa başlandıktan sonra bazı yaşlıların uyarısı sonucu gençler fikirlerinden caymışlardı,  düşmanla şehir içinde karşılaşmayı kabullenmişlerdi. Zırhını giymiş bulunan Hz.Peygamber (aleyissalâtu vesselâm)'e yeni gelişme intikal ettirilince, bu tereddüdü: "Bir peygamber giydiği zırhı savaşmadan çıkarmaz. Emrettiğim hususlara iyi bakın ve onlara uyun... Sabrettiğiniz takdirde zafer sizindir" diyerek reddeder. (Vakidi 1,214)

ü  Meşveret Kararlarına Uymak: İstişare Sonucuna Uymak Zorunludur. İster icmâ kararıyla, ister çoğunluğun görüşüne göre olsun, şûrâ, usûlüne göre cereyan etmişse, artık orada üzerinde anlaşılan görüşe muhalefet etmek câiz değildir ve alternatif düşünceler ileri sürülemez.
Zira Meşveret hey’eti, Cemaatin şahs-ı manevisini temsil eden bir heyet olup, her türlü meselelerin hal mercii olarak kabul edilmeli ve heyetten çıkan karar ve tavsiyeler bir emir telakki edilerek itaat edilmesi hususu ibadet kabul edilmelidir.
"Ben farklı ve isabetli bir görüşte bulunmuştum" veya "Ben muhalefet şerhi koymuştum" gibi sözlerle alınan karar aleyhinde rey izhar etmek düpedüz bozgunculuk ve günahtır.
Meşveretin neticesinde, benimsenen fikrin tatbikatından çıkan netice ister başarılı, ister başarısız olsun, istişarede bulunanlarca müştereken paylaşılır. Netice başarısız olmuşsa, o fikri meşverette ileri sürenlere tenkit nazarıyla bakılmaz. Çünkü söz konusu mesele müzakere edilmiş, kabul görmüş ve umuma mal olmuştur.
Allah Resûlü(s.a.v), kendi içtihatlarına rağmen çoğunluğun görüşlerine uyarak Uhud'a çıkmış, sonra da evvel ve âhir, hatalı da olsa, ekseriyetin içtihatlarıyla alâkalı hiçbir beyanda bulunmamıştır.
Ayrıca meşveret kurallarına riayet edilerek alınan kararlar, dinen günah ve manevi mesuliyeti mucip değildir.
İçtihad(Meşveret manasında) eden hakkı bulsa, iki sevap var. Bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevap alır, hatasından mazurdur.
Mâdem sırf lillâh için ve İslâmiyetin menâfii için içtihad edilmiş, meşveret heyetini oluşturan fertler Hatalarından ma’zûrdur, azaba müstehak değiller. (Mektubat, 15.Mektub)

ü  Meşverette İcma: Meşverette her zaman icmâ olmayabilir; herkesin görüşünün tek bir noktada toplanmadığı durumlarda, ekseriyetin düşünce ve kanaatine göre amel edilir. Zira Sahib-i Şeriat'a göre ekseriyet icmâ hükmündedir.
Allah Rasûlü, "Allah eli (inâyeti) cemaat iledir.", "Ümmetim sapıklıkta birleşmez." "Allah'tan, ümmetimin sapıklıkta içtimâ etmemesini istedim, O da bu isteğimi kabul buyurdu" beyanlarıyla çoğunluğun icmâ kuvvetinde olduğunu ve "Sevâd-ı A'zam"a uyulması lâzım geldiğini ihtar eder ki, bu mevzuda hayat-ı seniyyelerinden pek çok misâl aktarmak mümkündür. Ezcümle, Bedir ve Uhud'un hem bidâyetindeki hem de nihâyetindeki meşveretler bu çizgide cereyan etmişlerdir.

ü  Cemaatı Alakadar Eden Mes’elelerin İstişareye Sunulması: Umum Cemaati alâkadar eden meselelerin meşverete sunulması, "Bu iş hususunda onlarla istişârede bulun!" (Al-i İmran, 159) fermânı gereğince, şûrâya esas teşkil eden husûsu rey ashâbına arzetmesi bir sorumluluk olduğundan, idareci bu sorumluluğu yerine getirmediğinde mesul olacağı gibi, idare edilenler de, fikirlerinin alınmak istendiği konularda görüşlerini bildirmediklerinde mesul olurlar.
Hatta sadece görüşlerini bildirmemekle değil, görüşlerinin alınmasında kararlı olmadıkları zaman da vatandaşlık vazifesini yerine getirmemiş sayılırlar.
İstişarelerde müşavir olmalıyız. Fikir beyan etmekten çekinmemeliyiz. Meşveret-i şer’ iyye bunu iktiza eder. Bunun yanında kendimizi merci zannedip her mevzuya cevap vermek zorunda olmadığımızı bilmeliyiz.
Meşverete gelirken daha faideli neticelerin hâsıl olması için, fikri hazırlık içinde bulunmakta ayrıca fayda vardır.

ü  İstişare, Allah Rızası İçin Olmalı: Şûrânın, Allah rızası için ve Müslümanlar yararına yapılması, rüşvet, baskı ve tehditlerle istişare heyetin düşünce çizgisinin saptırılmasına meydan verilmemesi de önemli bir esastır.
Allah Rasûlü, "Kendisiyle istişâre edilen insan bir güven insanıdır; kendisine bir husus danışılan kimse kendi hakkında karar veriyor olma ölçüsünde düşüncesini bildirmelidir" buyururlar. (Alauddin Aliyyu'l-Muttaki, Kenzu'l-Ummal, 3,410)

ü  Şûrâ söz konusu olunca kimlerle meşveret edileceği veya kimlerle meşveret edilemeyeceği hususu üzerinde de durmak îcap eder.
Şûrâ, ehlü'-hall ve'-akd'e bırakıldığı gibi, onun değişik zaman ve değişik keyfiyetlere göre icrâ şekli de yine onlara havale edilmiştir. Şurayı teşkil eden heyetin, ilim, adalet, görüş ve tecrübe sahibi, hikmet ve ferâset erbâbı olmaları vasfı değişmez.
Müsteşar, yani kendisiyle istişare edilen zatta aranılacak vasıflar:
·         Emin, mütefekkir, müstakim, te’sirata tabi olmayan, gadap göstermeyen, pek ciddi, halim, sabırlı ve hayırhah olmalıdır.
·         Müsteşar akıl, tecrübe ve bilgi yönünden liyakatli olmalıdır.
·         Müsteşar Mutemed olmalı, Fikren gam ve kederlerden salim bulunmalıdır.
·         Müsteşar dürüst ve güvenilir olmalıdır.
·         Yapılan en iyi istişare akıllı, tecrübeli ve sevilen-seven kimselerle yapılan istişaredir.

     Kendisi ile istişare edilmesi Nehyedilen(Yasaklanan) zatların vasıfları:
·         Müslüman, Müttaki ve mütedeyyin olmayanlarla yapılacak istişarelere itimat edilmez.
·         Âlimler, kendisini beğenen tecrübesiz gençlerle, aklına zaaf gelmiş yaşlılardan fikir almamayı tavsiye etmişlerdir.
·         Şuurlu bir Aklın gereği olarak yedi sınıf kimselerle istişare edilmez; Cahillerle, Hased edenlerle, Düşmanlarla, Mürailerle, Korkaklarla, Cimrilerle, Hevasına tabi olanlarla.
Zira Cahil saptırır. Hasid nimetin zevalini arzu eder. Düşman helakini ister. Mürai herkesin fikrine ayak uydurur. Korkak görüşünden kaçar. Cimri mal toplamaya düşkün olduğundan görüşü yoktur. Hevasına uyan hevasının esiridir, onun emrinden çıkamaz.

ü  Meşverette Üslup ve Fikir beyanı: İstişare esnasında her ne olursa olsun kızmamak, fikir ve şahıslara sükûnetle yaklaşmak şarttır.
Fikir beyan etmekte, Nur’ların kazandırdığı terbiye hudutlarına riayetle, kavli-leyyin(yumuşak ve tatlı dil) ile edep ve nezaket kaideleri içinde hareket edilmelidir.
Fikrin izharında hissiyattan, enaniyetten, peşin hükümden tecerrüt edip, Rıza-yi Bari'yi asıl gaye ittihaz ederek Nur'un nazikâne, nezihane, kavl-i leyyin mesleği, ihlâs ve uhuvvet düsturları, sözlerimize, mizaç ve hareketlerimize hâkim olmalıdır.
Meşverette fikir beyan ederken, muhatabı hatalı kanaatlardan kurtaracak, gerekli mevzularda bilgili hale getirecek, mesuliyetini ve mükellefiyetini inkişaf ettirecek, lüzumlu mevzuları daha sıhhatli düşünebilecek, Nur külliyatındaki hizmetin gerektirdiği müeyyide ve disiplini, yani hizmet düsturlarını daha iyi hissedebilecek, icra edeceği hizmetin ehemmiyetini daha iyi anlayabilecek bir Üslup takip edilmelidir. Fikir beyan ederken muhteva ve niyet bu istikamette olmalıdır.
Fikre muhalefeti, fikir sahibine muhalefet şeklinde telakki etmemek gerektir. Şahıs ve şahıslar hakkında kişisel aleyhtarlıktan kaçınmalı ayrıca muhatapların fikir seviyesinde konuşulmalıdır.
Müzakere edilen her mevzudaki esas ve teferruatı birbirinden ayırmak lazımdır. Dikkat ve gayret, esasa teksif edilmelidir. Farklı kanaat sahibi kimseleri, kanaatlerini ve kanaatlerinin gerekçelerini iyice anlayıncaya kadar sabırla dinlemek gerekir.

ü  Meşveret Hey’etinin Toplanması ve İdaresi: Şûrâyı teşkil eden heyet ihtiyaç hâsıl olunca veya periyodik belirli bir zaman dilimi içinde bir araya gelir ve problemleri çözüp, plân ve projeleri nihâî duruma getirecekleri âna kadar da çalışmasını sürdürür.
Meşveret heyetinde bulunanlar, mücbir bir sebep olmadıkça meşverete
gelmeli, müzakereleri sonuna kadar takip etmelidir.
Meşveretin gerektirdiği disipline, kaidelere ve esaslara tabi olmak, şahsi alışkanlıklarımızı bu cihetlerle terbiye etmesini bilmek çok önemlidir.
Yapılacak istişarelerin adabına uygun gerçekleşebilmesi için, Meşveret heyetinin bir ferdi idareci olarak vazifelendirilir. İdareci, meşveret oturumunu adilane ve sükûnetle yönetmekle birlikte karşılıklı cedele kaçan konuşmalara fırsat vermeden, neticede alınan kararları da yazmakla mükelleftir.

ü  Meşverete Katılım ve İmtiyaz: Meşveretlerde, hizmeti sebkat eden kardeşlerimiz evvelen vazifelidirler.
Yenilerde, sonradan kabiliyetlerine göre istişare heyetine dâhil edilebilirler. Kabiliyetlerin inkişafı için yenilere vazife ve mes’uliyet yüklemek, onlara saha açmak dahi düstur ittihaz edilmelidir.
İstişare heyetinde bulunan bir kardeşimiz, bunu imtiyaz vesilesi kabul etmemelidir. Bu bir hizmetkârlıktır. Kardeşlerimiz de Nur’dan aldıkları derslere binaen buna müdriktirler.
Hem deme ki, "Halk içinde ben intihap edildim. Bu meyveler benimle gösteriliyor. Demek bir meziyetim var." Hayır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi. (Sözler, 18.Söz)
Manevi mes’uliyeti mucib manevi makamlar ve vazifeler istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyaya girer. (Lem’alar, 20.Lem’a)
Ehl-i hidâyet, âhirete âit ve ileriye müteallik semerat-ı uhreviyeye ve kemâlâta, kalb ve aklın yüksek düstûrlarıyla müteveccih oldukları için, esaslı bir istikamet ve tam bir ihlâs ve gâyet fedakârane bir ittihad ve ittifak olabilirken; enâniyetten tecerrüd edemedikleri için, ifrat ve tefrit yüzünden, ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, ihlâs da kırılır... Ve vazife-i uhreviye de zedelenir. Kolayca Rızayı İlâhî de elde edilmez.
Bu mühim marazın merhemi ve ilâcı: “El Hubbu Fillah” sırriyle, tarik-ı hakta gidenlere refakatla iftihar etmek ve arkalarından gitmek ve imamlık şerefini onlara bırakmak ve o Hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enâniyetinden vazgeçip ihlâsı kazanmak ve ihlâs ile bir dirhem amel, ihlâssız batmanlar ile amellere racih olduğunu bilmekle ve tâbiiyeti dahi, sebeb-i mes’uliyet ve hatarlı olan metbuiyete tercih etmekle o marazdan kurtulur... ve ihlâsı kazanır... vazife-i uhreviyesini hakkiyle yapabilir. (Lem’alar, 20.Lem’a)

ü  İstihare ve İstişare: İstişaresi mümkün olan bir meselenin istiharesi olmaz. İstişare, İstihareden önce gelir.
Ehli hakikat, rüya ile amel etmez. Hayalatlara karşı kapısı açık olan rüyaları tahkiki bir surette mevzubahs etmek tahkik mesleğine muvafık gelmez. (Mektubat, 28.Mektub)

ü  Haklı Meşveretin neticesi: Haklı şura ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden üç elif (111) olduğu gibi, üç adam yüz adam kadar millete faide verebilir.
Bediüzzaman hazretlerinin bu beyanına göre meşveretin bir hikmeti, vücudunun da ihlâs ve tesanüdü temin ve muhafaza olduğu hakikatı daima nazara alınmalı.
Üstad-ı Necibimizin: "Aziz kardeşlerim! Evvel ahir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza, enaniyet, benlik ve rekabetten tehaffuz, itidal-i dem ..." (Şualar, 269) gibi kutsi ikazları, menba-ı saadetimiz olan meşveretlerde en büyük şiarımız olmalıdır.
İstişareye iştirak edenlerin nokta-i nazarları açıkça ifade edildiğinden, kalplerdeki sermaye-i şeytan olan peşin hükümler bertaraf edilir ve kalblerin birbirine ısınmasına zemin hazırlanmış olur. Birbirine sıla-i rahim temin edilmiş olur. Şahs-ı manevinin önü açılmış olur.

ü  Meşveret mes’elesinin tezekkür edilmesinde 4 Şart:
            İlk şart: Tecerrüddür. Yani, bir mesele müzakere edilirken enaniyetten, hissiyattan, tarafgirlikten, peşin hükümden, ferdiyet ve şahsiyetçilikten sıyrılmaktır.
            İkinci şart: Allah(c.c) için safiyet ve ihlâs ile hak namına, hakikati akla tespit ve teslim ettirmektir.
            Meseleleri değerlendirmede merhaleler; evvela esasları kavramak ve belirlemek, sonra tahlil ve tasnif etmek, sonucu mukayese ve muhakeme ile gitmektir.
            Hedef, hadiseleri değerlendirmektir. Mantık ve muhakeme disiplini altında insaf ve hakperestlik ile meseleleri elemektir. Bunun içinde, hakikat-ı hale nüfuz etmek şarttır.
            Üçüncü şart: Ekseriyetin görüş birliğine vardığı fikri paylaşmaktır. Meşveretten süzülen fikri esas almaktır. O havuzda erimek “Nahnü-Biz” manasını kabullenmektir.
            Dördüncü şart: Meşveret neticesi ortaya çıkan görüşü hassasiyetle yaşamaktır, devam ettirmektir. Böylece cemaatin tensibine görüş ve düşüncelerine ayine olmaktır. Müşavere neticesinde ortaya çıkan görüşün tesirini kıracak her türlü ahval ve hissiyattan şiddetle kaçınmak, titizlikle bu fikrin devamına azami gayret göstermektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder