24 Mart 2011 Perşembe

Uyku Adabı


Uyku Adabı

ü  Uyku üç nevidir:
Birincisi: Gayluledir ki, fecirden sonra tâ vakt-i kerahet (Yani güneşin doğuşundan, yaklaşık 45 dakika geçinceye kadarki zaman) bitinceye kadardır. Bu uyku, rızkın noksaniyetine ve bereketsizliğine Hadîsçe sebebiyet verdiği için, hilaf-ı sünnettir. Çünki rızık için sa'yetmenin mukaddematını ihzar etmenin en münasib zamanı, serinlik vaktidir. Bu vakit geçtikten sonra bir rehavet ârız olur. O günkü sa'ye ve dolayısıyla da rızka zarar verdiği gibi, bereketsizliğe de sebebiyet verdiği, çok tecrübelerle sabit olmuştur.
İkincisi: Feyluledir ki, ikindi namazından sonra mağribe kadardır. Bu uyku ömrün noksaniyetine, yâni uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü ömrü nevm-âlûd, yarı uyku, kısacık bir şekil aldığından maddî bir noksaniyet gösterdiği gibi, mânevî cihetiyle de o gün hayatının maddî ve mânevî neticesi ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uyku ile geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor.
          Üçüncüsü: Kayluledir ki, bu uyku sünnet-i Seniyyedir. Duha vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır. Bu uyku, gece kıyamına sebebiyet verdiği için sünnet olmakla beraber, Ceziret-ül Arab'da vakt-üz zuhr denilen şiddet-i hararet zamanında bir ta'til-i eşgal, âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan, o sünnet-i Seniyyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir. Bu uyku, hem ömrü, hem rızkı tezyide medârdır. Çünki yarım saat kaylule, iki saat gece uykusuna muadil gelir. Demek ömrüne hergün bir buçuk saat ilâve ediyor. Rızık için çalışmak müddetine, yine bir buçuk saati ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor.” (Lem'alar, 28.Lem’a)

ü  Abdestli olarak yatmanın çok fazileti vardır.
İmamı Gazali, peygamber efendimizden(a.s.v) şöyle rivayet etmiştir; “Abdestli yatanın ruhu Arşa yükselir ve gördüğü rüyalar doğru olur. Abdestsiz yatanın ruhu yükselmez, gördüğü rüyalar, karışık olur, doğru çıkmaz.” (İ.Gazali)
Peygamber efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuşlardır; “Abdestli yatan; gece ibadet eden ve gündüz oruç tutan kimse gibi sevap kazanır.” (Hakim)
Ebü Ümâme(r.a) anlatıyor: Resulullah(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim yatağına temiz (abdestli) olarak girer ve uyku bastırıncaya kadar Allah'ı Zikrederse, gecenin herhangi bir saatinde uyanıp da Allah'tan dünya veya âhiret hayırlarından bir şey isterse Allah Teâla, istediğini mutlaka ona verir." (Tirmizi, Daavât 100)
Berâ bin Azib'den(r.a) rivayet edildiğine göre Resûlullah(a.s.m) şöyle buyuruyor: "Yatacağın zaman önce namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ tarafına uzanıp yat. Daha sonra da şöyle dua et: 'Allah'ım Sana teslim oldum. İşimi de Sana havale ettim. Seni sevdiğim ve Senden korktuğum için Sana dayandım. Ancak Sana sığınırım. Kurtuluşum da sendendir. İndirdiğin Kitaba ve gönderdiğin Peygambere iman ettim.' Eğer bu şekilde hareket edip o gece ölürsen, Müslüman olarak ölmüş olursun. Öyle ise son sözlerin bunlar olsun." (Müslim, Zikir 56)

ü  Sağ yanı üzere, yüzü kıbleye karşı ve ayakları vücuda(karın bölgesine) doğru çekerek yatmak sünnettir.
Peygamber Efendimiz(s.a.v), Yatsı namazı kıldıktan sonra önemli bir işi yoksa kardan beyaz dişlerini temizleyip abdestini alır, yatağına gider, İhlâs ve Muavvizeteyn’i(İhlas ve Felak sureleri) okuyup ellerine üfler, sonra da ellerini yüzüne ve vücuduna sürerdi.
Yavaşça sağ yanına uzanır, mis kokulu avucuna gül yanağını koyar ve bazı dualar okurdu. Kimi zaman kısaca “Allah’ım! Senin adınla ölür, senin adınla dirilirim.” anlamında “Allâhümme bismike emûtü ve ahyâ.” der; bazen daha uzun dualar okur, sonra kendisini bir tür ölüm kabul ettiği uykunun kollarına bırakıverirdi. (Buhârî, Daavât 7,8 )
Hz. Enes (r.a) anlatıyor: Resûlullah (a.s.m) buyurdular ki: “Kim yatağında uyumak isteyince, sağ tarafının üstüne yatar(sağ elini sağ yanağının altına koyup), sonra da ihlâs suresini yüz kere okursa, Rab Teâla kıyamet günü kendisine: "Sağın üzerinde cennete gir" diyecektir.” (Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 10)

ü  Yatarken, yüzükoyun(yüzüstü) ve örtüsüz yatılmamalıdır.
Ebu Zerr (r.a) anlatıyor: Ben yüzükoyun yatar vaziyette iken Resûlullah (a.s.m) yanıma geldi. Ayağıyla bana dürtüp: "Ey Ebu Zerr, bu yatış, cehennem ehlinin yatışıdır" buyurdu. (İmam Birgivi, Tarikat-ı Muhammediye)
Peygamber Efendimiz, mescid de yüzükoyun ve örtüsüz yatan birisini uyandırmış ve "Bu şekilde yatmak Allah'ın sevmediği bir yatış şeklidir" buyurmuştur. (Ebû Dâvud, Edeb 95)

ü  Fıtri uyku beş(5) saattir.
Peygamber efendimiz (s.a.v) bu konuyla alakalı şöyle buyurmuşlardır;
“Cehennemden kaçın, Cenneti isteyenin gözüne uyku girmez. Dünya, lezzet ve şehvetlerle kuşatılmıştır. Bunlar sizi ahiretten alıkoymasın.” (İMende)
“Ümmetim için en çok korktuğum şey, göbek büyüklüğü, uykuya devam, tembellik ve iman zayıflığıdır.” (Deylemî)
Annesi, Hz. Süleymana "Evladım, çok uyuma, çok uyumak, Kıyamette insanı fakir bırakır" derdi. (İbni Mace)
Bediüzzaman Hazretleri, bir insana kâfi gelmeyecek kadar az yer ve az uyurdu. Bize de derdi ki: 'Fıtrî uyku beş saattir.' Geceleri sabaha kadar dua, niyaz ve ibadette bulunurdu. Yaz ve kış âdetini hiç değiştirmez, teheccüd namazını devamlı kılar, münacaat ve evradların asla terketmezlerdi.
Hem Isparta'da, hem Barla'da, hem Emirdağ'da, komşuları bizlere, 'Ne zaman Üstadın evine geceleri baksak, Üstadın odasında ışık yandığını görür, hazin edasıyla dua ettiğini duyardık' derlerdi. Üstadımız her zaman abdestli olurdu. Üstad duhâ namazını da hiç geçirmezdi. Bu namazı güneş doğduktan 45 dakika sonra kılardı. (Son Şahitler 3.Cild s.31)

ü  Henüz sabah namazının vakti girmeden, yani seher vaktinde kalkmaya çalışmalıdır. Seher vakti kalkmak, berekettir.
Sabah namazının vakti girdikten sonra, güneş doğana kadar uyumak rızkın noksaniyetine sebep olur. Demek ki; güneşin doğuşundan, yaklaşık 45 dakika geçinceye kadar geçen zamanda uyumak iyi değildir. Aslolan erken yatıp, erken kalkmaktır.
İbni Abbas hazretleri, sabah vakti oğlunu uyur görünce buyurdu ki: “Oğlum, rızkların dağıtıldığı saatte uyunur mu? Bu saatte uyumak, tembellik alametidir, unutkanlığa sebep olur.” (Şir’a)
Şiradan gelen diğer bir rivayet ise şöyledir: “Günün evvelinde uyumak aklı azaltır, ortasında uyumak [kaylule yapmak] enbiya ve evliyanın ahlâkındandır. Gündüzün sonunda uyumak tembelliktir.” (Şir’a)

ü  Yatmadan önce ve Uykudan uyanınca okunacak pek çok dua vardır. Bunlardan kolaya geleni okumak sünnettir.
Peygamber Efendimiz uyumak için yataklarına girdiklerinde şu duayı okurlardı: 'Allahümme bi'smike emûtü ve ahyâ' (Yâ Rabbi senin isminle uyur ve uyanırım).
Uyandıkları zaman da: 'Elhamdülillâhi'llezî   ahyanâ ba'de emâtenâ ve ileyhi'n-nüşûr' (Bizi uyuduktan sonra uyandıran ve kendisine döneceğimiz Allah Teâlâ'yâ hamd olsun) diye dua ederdi. (Şemâl-i Şerif 281)
Hz. Âişe(radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber(aleyhissalâtu vesselâm) yatağına girdiği zaman, İhlas, Felak ve Nas surelerini okuduktan sonra ellerine üfleyip, ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman da aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi.” (Tirmizi, Daavat 21)
Yine Peygamber Efendimiz(s.a.v) yatmadan önce aşağıda yazılan dualardan kolaya geleni okumayı tavsiye etmişlerdir: Ayet-el Kürsi; Fatiha Suresi ile birlikte herhangi bir sure; "La İlahe İllallah, Vahdehû La Şerike Leh, Lehü'l mülkü ve Lehü'l Hamdü ve hüve Âlâ Külli Şey'in Kadîr" ve "La havle velâ kuvvete illâ Billah"; 33 defa "Sübhanallah", 33 defa "Elhamdülillah" ve 34 defa "Allahu Ekber" (toplam 100 ediyor); Yasin suresi; Kâfirûn sûresi... (Ramûz, c.1/26-1)

ü  Rü'ya üç kısımdır:
Rüyayı Sadıka; vaki olacak olan şeyleri vukuundan evvel fıtrî istidad ile idrak etmekten ibarettir. Rü’yayı Sadıka, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür.
Şeytanî rüya(Hulm); Şeytanın, insanı korkutup üzüntüye, ümitsizliğe sevk etmek için uyku halinde insanın kalbine verdiği vesveseden ibarettir.
Nefsin Konuşması olan Rüya; insanın yaşadığı olayların etkisi altında kaldığı zaman veya bir olaya fazlasıyla kafa yorduğun da görülen rüyalardır.
Ebu Hureyre(r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) buyurdular ki: “Rü'ya üç kısımdır: Biri Allah'tan bir müjdedir(Rüyayı sadıka). Biri nefsin konuşmasıdır(kişinin uyanıkken kafasını meşgul ettiği şeyler). Biri de âdemoğlunu üzmek için şeytandan gelen korkulardır(Hulm).” (Kütüb-ü Sitte 7129)
Ebu Hureyre(r.a) anlatıyor: Resûlullah(a.s.v) buyurdular ki: "Zaman yaklaşınca, mü'minin rüyası, neredeyse yalan söylemeyecek. Esasen mü'minin rüyası, peygamberliğin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Peygamberlikten cüz olan şey yalan olamaz." (Buhari, Ta'bir 26)
Ümmü Kürz el-Ka'biyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Peygamberlik gitti fakat mübeşşirât(mû'minin göreceği güzel rüyalar) bâkidir." (Buhari, Ta'bir 5)
Tirmizî'de Ebu Saîd'den şu rivayet kaydedilmiştir: "En sâdık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır." (Tirmizi, Rü'ya 3)

ü  Rüyayı sadıkada, ervâh-ı habîse ve şeytan, Peygamber’in(s.a.v) suretinde temessül edemez.
Buhârî'nin bir rivayetinde Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurur: "Beni rüyada gören, gerçekten beni görmüştür, çünkü şeytan benim suretime giremez." (Müslim, Rü’ya 10)
    
ü  Rüya tabiri, onu gören kimsenin içinde bulunduğu duruma göre yâda ruh haletine göre değişiklik gösterebilir.
Bu nedenle bütün insanları aynı kabul eden rüya tabiri kitapları yerine, ilim ve amelde güvenilir insanlara sorulması ve onlardan tabir alınması daha isabetli olacaktır. Zira görülen rüya, ilk yorumcuya göre vukua gelir.
Bir bedevi Resulullah’a(s.a.v) gelerek; Ya Resulallah! Rüyamda başımın koparılıp yuvarlandığını, kendimin de onun peşinden koştuğumu gördüm. Bunun tabiri nedir? Diye sordu. Resulullah Efendimiz(s.a.v) ona şu cevabı verdi: “Uyurken, şeytanın seninle oynamasını, halka anlatma...” (Müslim, Rü’ya)
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "İçinizden herhangi biriniz sevdiği bir rüya gördüğü zaman sevdiğinden başkasına anlatmasın! Sevmediği bir rüya gördüğünde ise, sol tararına üç defa tükürsün; kovulmuş şeytandan ve onun şerrinden Allah'a sığınsın! O rüyayı kimseye açıklamasın. Çünkü o durumda, söz konusu rüya kendisine zarar veremez." (Günlük Hayat, c.2/245)
Hz. Enes(r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) buyurdular ki: "Rüyada gördüğünüz şeylerin isimlerini, o rüyayı yormada esas alın. Keza gördüklerinizin künyelerini veya kinaye manalarını da dikkate alın. Rüya, ilk yorumcuya göre vukua gelir, öyleyse rastgele kimselere anlatmayın." (Kütüb-ü Sitte 7133)

ü  Hayalâtlara karşı kapısı açık olan rü'yaları, tahkikî bir surette mevzubahs etmek, tahkik mesleğine tam uygun gelmediğinden; o cüz'î hâdise-i nevmiye münasebetiyle, mevtin(ölüm) küçük bir kardeşi olan nevme(uyku) ait ilmî ve düsturî olarak beş nükte-i hakikatı, âyât-ı Kur'aniyenin işaret ettiği vecihte beyan edeceğiz.

B i r i n c i s i: Sûre-i Yusuf’un mühim bir esası, rü’ya-yı Yusufiyye olduğu gibi;  âyeti misillü çok âyetlerle, rü’yada ve nevmde perdeli olarak ehemmiyetli hakîkatlar var olduğunu gösterir.

İ k i n c i s i: Kur’ân ile tefe’üle ve rü’yaya i’timâda ehl-i hakîkat tarafdar değiller. Çünkü: Kur’ân-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe’ülde, kâfire âid şiddeti, tefe’ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müşevveş ediyor.
Hem rü’ya dahi hayr iken, ba’zı aks-i hakîkatla göründüğü için şer telakki edilir, yeise düşürür, kuvve-i ma’nevîyeyi kırar, sû’-i zan verir. Çok rü’yalar var ki: Sûreti dehşetli, zararlı, mülevves iken; ta’biri ve ma’nası çok güzel oluyor. Herkes rü’yanın sûretiyle ma’nasının hakîkatı mabeynindeki münâsebeti bulamadığı için; lüzumsuz telaş eder, me’yus olur, keder eder.
İşte yalnız bu cihet içindir ki, ehl-i hakîkat gibi ve İmâm-ı Rabbânî misillü başta dedim.

Ü ç ü n c ü s ü: Hadîs-i sahih ile nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü nevmde rü’ya-yı sadıka sûretinde tezâhür etmiş. Demek rü’ya-yı sadıka hem haktır, hem nübüvvetin vezaifine taallûku var.
Şu üçüncü mes’ele, gayet mühim ve uzun ve nübüvvetle alâkadar ve derin olduğundan, başka vakte tâlik ediyoruz; şimdilik o kapıyı açmıyoruz.

Dördüncüsü: Rü’ya üç nevidir: İkisi, ta’bir-i Kur’ânla da dâhildir; ta’bire değmiyor. Ma’nası varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın inhirafından kuvve-i hayaliyye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hatta bir-iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyic hâdisatı, hayal tahattur eder; ta’dil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. İşte bu iki kısım dır, ta’bire değmiyor.
Üçüncü kısım ki, Rü’yayı Sadıkâdır. O, doğrudan doğruya mâhiyet-i insaniyedeki lâtife-i Rabbânîyye, âlem-i şehâdetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasiyle ve durmasiyle, âlem-i gayba karşı bir münâsebet bulur, bir menfez açar. O menfez ile, vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere bakar ve Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve mektûbât-ı kaderiyenin nümuneleri nev’inden birisine rastgelir, ba’zı vakıat-ı hakîkiyeyi görür. Ve o vakıatta, ba’zan hayal tasarruf eder, sûret libasları giydirir. Bu kısmın çok enva’ı ve tabakatı var. Ba’zı aynen gördüğü gibi çıkar, ba’zan bir ince perde altında çıkıyor, ba’zan kalınca bir perde ile sarılıyor.
Hadîs-i şerifte gelmiş ki: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bidayet-i vahiyde gördüğü rü’yalar; subhun inkişafı gibi zâhir, açık, doğru çıkıyordu.

B e ş i n c i s i: Rü’yayı sadıka, hiss-i kablel vukuun fazla inkişafıdır. Hiss-i kablel vuku ise, herkeste cüz’î-küllî vardır. Hatta hayvanlarda dahi vardır. Hatta bir zaman ben, bu hiss-i kable’l-vukuu, zâhirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâve olarak, insanda ve hayvanda “sâika” ve “şâika” nâmiyle aynı “sâmia” ve “bâsıra” gibi iki hiss-i âheri ilmen bulmuştum.
Ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe, o gayr-ı meşhur hislere; hata ederek ahmakçasına “sevk-i tabiî” diyorlar. Hâşâ sevk-i tabiî değil, belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i İlâhî sevkediyor.
Meselâ: Kedi gibi ba’zı hayvan; gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.
Hem rûy-i zeminin sıhhiye me’murları hükmünde ve bedevi hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi âkilüllâhm kuşlara bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücûdu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kablel vuku ilhamiyle ve o sâika-i İlâhî ile bildirilir ve bulurlar.
Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu; yaşı bir gün iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmeyerek, o sevk-i kaderî ile ve o saika ilhamiyle döner, yuvasına girer.
Hatta herkesin başında çok def’a tekerrür ediyor ki, birisinden bahsediyorken, âni kapı açılarak tahminin fevkınde aynı adam gelir. Hatta Kürdce durub-u emsaldendir:
Yâni: “Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur; çünkü kurt geliyor.” Demek bir hiss-i kablel vuku’ ile, lâtife-i Rabbânîye icmalen o adamın gelmesini hisseder. Fakat aklın şuuru ihâta etmediği için; kasden değil ihtiyarsız olarak bahsetmeye sevkeder.
Ehl-i ferâset ba’zan kerâmet gibi geldiğini beyân eder. Hatta bir zaman bende şu nevi hassasiyet fazla idi. Bu hâli bir düstûr içine almak istedim, fakat yakıştıramadım ve yapamadım. Fakat ehl-i salâhatta ve   bâhusus ehl-i velâyette bu hiss-i kabl-el vuku' fazla inkişaf eder, kerâmet-kârane âsârını gösterir.
İşte umum avâm için dahi bir nevi velâyete mazhariyet var ki, rü'ya-yı sadıkada, evliya gibi, gaybî ve istikbalî olan şeyleri görüyorlar.
Evet uyku nasılki avam için rü'ya-yı sâdıka cihetinde bir mertebe-i velâyet hükmündedir; öyle de umum için, gâyet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbânîyenin seyrangâhıdır.
Fakat güzel ahlâklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fenâ ahlâklı fenâ düşündüğünden, fenâ levhaları görür.
Hem herkes için, âlem-i şehâdet içinde, âlem-i gayba bakan bir penceredir. Hem mukayyed ve fâni insanlar için, sâha-i ıtlak bir meydan ve bir nevi bekaya mazhar ve mâzî ve müstakbel, hâl hükmünde bir temaşagâhtır. Hem tekâlif-i hayatiye altında ezilen ve meşakkat çeken zîruhların istirahatgâhıdır. İşte bu gibi sırlar içindir ki, Kur’ân-ı Hakîm     nev'indeki âyetlerle, hakîkat-ı nevmiyeyi ehemmiyetle ders veriyor. (Mektubat, 28.Mektub, 1.Risale, 1.Mes’ele)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder