24 Mart 2011 Perşembe

Yolculuk Adabı


Yolculuk Adabı

ü  İnsan hayatının vazgeçilmez safhalarından biri sefer'dir. Şer'î ıstılah olarak belli bir mesafeyi aşan yolculuğa sefer denir.
Bu yolculuğun gayesine bakılmaz; ticarî, askerî, turistik, sıla-i rahîm vs. hepsi birdir. Dinen, bu durumdaki kimse misafirdir, bazı hususî ahkâma tâbîdir.
Ayrıca, kişiye her halinde, her durumunda, dünyevî-uhrevî her meselesinde rehberlik eden dinimiz, misafire de rehberlik eder, yolculuğunun en verimli, en faydalı ve emniyet içerisinde geçmesi için "hazırlıktan, dönüş ânına kadar" maruz kalacağı belli başlı durumlarla ilgili âdablar tavsiye eder, emirlerde, yasaklarda bulunur.
İslâmî seferin, bilinmesi gereken bir kısım ahkâm ve âdâbı vardır. Bunlardan bir kısmı farzları ilgilendirir, her müslümanın bilmesi farz-ı ayn'dır. Bir kısmı ise sünnet ve edebtir.

ü  Yolculuk bir gayeye mâtuf olmalıdır; Askerî, ticarî, ilmî, ibretî, sıla-i rahm vs.
Akl-ı selimin "faydalı"lığına hükmedeceği her gaye, yolculuk için meşru bir sebep sayılabilir.
Hadislerde ihtiyaç olmaksızın yapılacak seyahat'in kerahetine dikkat çekilmiş ise de hangi seferin mekruh olduğuna dair sarahate yer verilmemiştir.
Mü'min kişinin sağduyusu, vicdânî hükmü, îmânî ferâseti bunu tayinde yeterlidir. "Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır." veya "Günah kalbin titremesidir." gibi hadislerde yer verilen umumî prensipler hayırlı ve hayırsız seyahatleri belirlemede yardımcı olur.

ü  Âyet ve hadisler, seyahate teşvik eder; Yeryüzünün dolaşılıp, geçmiş insanların bıraktıkları eserlere bakılarak ibret alınması, yaratılışın nasıl olduğunun görülmesi vs. pek çok âyet-i kerîmenin emridir. (Âl-i İmrân 137; En'âm 11; Nahl 36; Neml 69; Ankebut 20; Rûm 9,42; Gâfir 21,82; Yusuf 109; Hacc 45,46; Fâtır 44; Muhammed 10)
İslam ülemâsı tebdil-i mekân veya tebdil-i havanın da bir tedavi metodu(tıbb-i nebevi) olarak sünnette yer  aldığını belirtmiştir. (Kütüb-ü Sitte, c.11, Tıb ve Rukye)
Bir âyet meâlen şöyle: "Yeryüzünde gezip, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Onlar, kendilerinden daha kuvvetliydiler..." (Fâtır 44)
Bir diğer ayet de şöyle: De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da, yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın." (En'am 12)
Bir başka ayette “seyahat edenler(sâihûn)”; tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, rükû edenler, secde edenler ve emr-i bi'lma'rûf nehy-i ani'l münker'de bulunanlarla birlikte müjdelenirler. (Tevbe 112)
Bir hadiste ise Efendimiz(s.a.v); "Sefere çıkın ki sıhhat bulasınız, rızkınız arta!" buyurarak seyahat etmenin farklı iki boyutuna dikkatimizi çekmiştir. (Kütüb-ü Sitte, c.8)

ü  Yolculuk, İbadet ve dünyevi çalışmalarda, Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) ümmetine "erken" i, yani günün ilk saatini tavsiye etmektedir. Erken saatte yapılacak işlerin mübarek ve hayırlı kılınması için de dua etmektedir.
Sahr İbnu Vedâa el-Gâmidî(radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle dua ederdi: "Allah'ım, ümmetime erkenciliği mübarek kıl."
Nitekim Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz bir seriyye veya bir ordu göndereceği zaman, onu günün erken saatinde yola çıkarırdı. Sahr tüccardı, o da ticarete günün ilk saatinde çıkardı. Böylece zengin oldu ve malı arttı. (Ebû Dâvud, Cihâd 85; Tirmizî, Büyû 6)

ü  Efendimiz(s.a.v), yolculuğa çıkarken ve ailesi, arkadaşı veya dostuyla vedalaşırken hâli en güzel ve azığı en bol kimseler olmak için bazı duaların okunması tavsiyesinde bulunmuştur.
Abdullah bin Ömer'in(r.a) rivayetine göre Resul-ü Ekrem(a.s.m) yolculuğa çıkarken devesine biner, üç defa tekbir getirdikten sonra şu duayı okurdu:
Sübhânellezî sahhara lenâ hâzâ ve mâ künnâ lehû mukriniyn.Ve innâ ilâ rabbinâ le münkalibûn.
Allâhümme innî es'elüke fî seferî hâzel birri vet takvâ ve minel ameli mâ terdâ.
Allahümme hevvin aleynâ ve atvi annâ ba'deh.
Allahümme entes sâhibü fis seferi vel haliyfeti fil ehli vel mâl.
Allahümme innî eûzu bike min va'sais seferi ve kâbetil münkalibi ve sûîl manzari fil mâli vel ehl.
Meali: "Bu vasıtayı bizim emrimize veren Allah'ı tenzih ederim, yoksa bu vasıtaya yakın olmaya bizim gücümüz yetmezdi. Hiç şüphesiz, hepimiz Rabbimize dönücüleriz. Allah'ım, Senden bu yolculuğumuzda hayır ve takva, amellerden de Senin razı olacaklarını dileriz. Ya Rabbi, bu yolculuğumuzu bize kolaylaştır, uzakları Sen yakınlaştır. Sonrada bizi taatinden ayırma. Allahım, seferde Sahibimiz Sen, geride bıraktığımız ailemizin Vekili de Sensin. Allahım, yolculuğun sıkıntılarından, manzaranın kötüye değişmesinden, mal ve aile hususunda kötü dönüşten Sana sığınırım.."
Abdullah el-Hatmî(radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) birisiyle vedalaştı mı şöyle derdi: "Dininizi, emânetinizi ve işlerinizin âkibetini Allah'ın muhafazasına bırakıyorum." (Ebû Dâvud, Cihâd 80; Tirmizî, Daavât 45)
ü  Hadis ve Sünnet, tek başına seyahat etmemeyi tavsiye etmektedir.
Ancak zaruret ve maslahat halinde yalnız başına yolculuğun câiz olabileceği belirtilmiştir. Zira bazı durumlar vardır ki bir kimsenin tek başına hareket etmesini gerektirir.
İbnu Ömer(r.a) anlatıyor: Resûlullah(a.s.v) buyurdular ki: "İnsanlar yalnızlıktaki mahzuru benim kadar bilselerdi, hiçbir atlı tek başına bir gececik olsun yol yapmazdı." (Buhârî, Cihâd 135; Tirmizî, Cihâd 4)
Said İbnu'l- Müseyyeb(rahimehullah) anlatıyor: Resûlullah(a.s.v) buyurdular ki: "Şeytan tek başına olanla, iki kişi beraber olana sıkıntı verir. Eğer üç kişi olurlarsa onlara sıkıntı veremez." (Muvatta, İsti'zân 36)

ü  Beraber çıkılan bir yolculukta, beraberlikteki birinin başkan olarak seçilmesi, sünnet-i müekkededir.
Bundan maksat ise; işlerinin müştereken ahenkli olarak yürümesi, aralarında farklı fikirler ortaya çıkmaması ve dolayısıyla ihtilafa düşülmemesidir.
Seçilen emire itaat gerekir, ancak bu emîrin hudûd ahkâmını tatbik etmeye veya ta'zir cezası vermeye yetkisi yoktur. Sadece yolculuk umuruyla ilgili kararlar almada şer'i izne sahiptir.
Ebû Hüreyre(radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir sefere üç kişi beraber çıkınca birini emîr(başkan) yapsınlar." (Ebû Dâvud, Cihâd 87)
Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden, Bayram Yüksel(r.a) ağabeyin naklettiği, mevzu ile alakadar şu hatırası ne kadar da manidar: “Üstadımız bana hususî ders verdi. O günlerde Abdullah Yeğin Ağabey de Üstadımızın yanında idi. Üstadımız yine teselli ve cesaret veriyordu. 'Hiç korkma, Cevşen'i yanından hiç bırakma, bizleri Cenab-ı Allah hıfzeder, yine biz bütün Nur Talebeleri inayet-i Rabbaniye altındayız. Sen nereye gitsen yanına bir arkadaş edin' demişti. Hakikaten nereye gittimse yanıma bir arkadaş edindim. Çok faydasını gördüm. Birbirimize adeta murakıplık ediyorduk.” (Son Şahitler, c.3, Syf.31)

ü  Dinimiz, yolcuların birbirlerine yardıma mükellef olduklarını ifade eder.
Yardımlaşma her zaman için gereklidir ve dinimizin emridir. Ancak yolculuk gibi durumlarda bu daha çok ehemmiyet ve mükellefiyet kazanmaktadır. Böyle durumlarda insan feraseti ile bir başkasından bir ihtiyaç izharı sezer sezmez ilgi gösterilmelidir.
Yolculukta, ihtiyaç içinde olan yolcuyca, memleketinde zengin bile olsa, altında bineği, üstbaşında zenginliğe delalet eden kıymetli elbiseleri olsa bile sadaka ve zekât verilebileceğine rivayet edilen hadislerde işaret edilmiştir.
Nitekim Kur’an-ı Kerimde zekât verilecekler içinde muhtaç olan yolcuyu da şöyle zikreder: “Zekâtlar sadece fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur.” (Tevbe 60)
Ebû Saîd(r.a) anlatıyor: Resûlullah(a.s.v) buyurdular ki: "Kimin yanında fazla hayvan varsa, onu hayvanı olmayana versin. Kimin de fazla azığı varsa onu azığı olmayana versin."
Resûlullah, bazı mal çeşitlerini bu suretle saymaya devam etti. Öyle ki, bizden hiç kimsenin yol sırasında herhangi bir fazlalıkta hakkı olmadığı düşüncesine vardık. (Müslim, Lukata 18; Ebû Dâvud, Zekât 32)

ü  Yolculuk adabından biri de; yolcunun, yolculuk sırasında, yanında dinen mekruh sayılan bazı şeyleri bulundurmaktan sakınmasıdır.
Hz.Ebû Hüreyre(r.a) anlatıyor: Resûlullah(a.s.v) buyurdular ki: "Melekler, içinde köpek ve çan bulunan kafileye arkadaşlık etmezler." (Müslim, Libâs 103; Tirmizî, Cihâd 25)
Burada yolcuların bulundurmaktan men edildikleri köpek, dinimizin beslenmesini yasaklamış olduğu köpektir. Pek çok hadiste av, çoban köpeği gibi faydalı bir maksada hizmet etmeyen köpeklerin beslenmesi yasaklanmıştır.
Mevzu ile alakalı Bediüzzaman hazretlerinin şu izahatı na kadar da manidardır: Kelp(köpek), bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı haseneyle muttasıftır ve o sıfatlarla iştihar etmiştir. Hattâ, sadakat ve vefâdarlığı darb-ı mesel olmuştur. Bu güzel ahlâkına binaen, insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmaya lâyık iken, maalesef, insanlar arasında mübarekiyet değil, necisü'l-ayn addedilmiştir.
Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler.
Bunun esbabı ise, kelpte hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimamla yapışır ki, Mün'im-i Hakikîden bütün bütün gafletine sebep olur.
Binaenaleyh, vasıtayı müessir bilerek Müessir-i Hakikîden yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tâhir olsun. Çünkü hükümler, hadler, günahları affeder. Ve beynennâs tahkir darbesini, gaflete kefaret olarak yemiştir.
Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar. Meselâ, kedi seni sever, tazarru eder-senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muârefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün'im-i Hakikîye şükran hisleri vardır. Çünkü, fıtratları Sânii bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar-şuur olsun, olmasın. Evet, kedinin mırmırları "Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm"dir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)


ü  Seyahatin gayesi hâsıl olur olmaz, sür'atle dönmek gerekir. Zira Yolculukta yürümekten, binmekten muntazam hayatın alışkanlıklarının terkinden hâsıl olan birkısım meşakkatler ve sıkıntılar vardır.
Yolculuktan dönmede istical(çabukluk) müstehabtır. Bu durum, gurbette olmadan maddî ve manevî zarara uğramasından korkulanlar hakkında daha da ehemmiyet kazanır. Çünkü aile içerisindeki rahat ikamet, kişinin dünyevî ve uhrevî işlerinin düzelmesinde yardımcıdır, ibadetlerin cemaatle, huzurla, güç kuvvetle yapılmasına vesîledir.
Ebû Hüreyre(radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Yolculuk azabtan bir parçadır, herbirinizin yiyeceğine, içeceğine, uykusuna mâni olur. Öyleyse işini bitiren, âilesine dönmede acele etsin." (Buhârî, Umre 19, Cihâd 136, Et'ime 30)

ü  Sefer dönüşlerinde, yolcuları neş'e ve sürurla karşılamak hoş bir davranıştır, insanlara karşı îfâ edilen adat-ı hasenelerdendir.
Sâib İbnu Yezîd(radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Tebük Gazvesi dönüşünde, biz çocuklarla birlikte, Resûlullahı(aleyhissalâtu vesselâm) karşılamak üzere Seniyyetü'l Vedâ'ya gittik." (Buhârî, Cihâd 196)

ü  Seferden dönünce önce mescide uğrayıp iki rekât kudüm(Seferden Dönüş)  namazı kılınması müstehaptır. Bir müddet oturmak veya hemen eve dönmek, şartlara bağlıdır.
İbnu Ömer ve Ka'b İbnu Mâlik(radıyallâhu anhüm) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) bir seferden dönünce önce mescide uğrardı. Orada iki rekât namaz kılar, ondan sonra evine dönerdi." (Ebû Dâvud, Cihâd 178)

ü  Me’mûrât ve menhiyât-ı şer’iyede illet, emr-i İlâhîdir ve nehy-i İlâhîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise, müreccihtirler; emir ve nehyin taallûklarına ism-i Hakîm noktasında sebep olabilir.
Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır. Hikmet ve maslahat ise, tercihe sebeptir; icaba, icada medar değildir. İllet ise, vücuduna medardır. (Sözler, 27.Söz)
Meselâ, sefer eden, namazını kasreder(namazı kısaltmak). Bu namazın kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, seferdir; hikmet, meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz kasredilir. Sefer olmasa, hânesinde yüz meşakkat görse, yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle bazan seferde bulunması, kasr-ı namaza hikmet olmasına kâfidir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir.
İşte, bu kaide-i şer’iyeye binâen, ahkâm-ı şer’iye hikmetlere göre tegayyür etmiyor, hakikî illetlere bakar. (Lem’alar, 9.Lem’a, 5.Sual)

ü  Kasr, taksîr, iksâr gibi üç ayrı kelimeyle ifade edilebilen hal, yolculuk sırasında dört rek'atli namazların iki rek'at olarak kılınmasıdır. Ulemâ iki ve üç rek'atli namazlarda kasr olmayacağı hususunda icma eder.
Uzaktaki bir yere gitmek üzere evden çıkan kimse, bulunduğu şehrin dış evlerini terkeder etmez artık yolcudur, namazı kısaltabilir.
Bir kimse, gittiği yerde girip çıkma günlerinden başka tam dört gün ikâmete niyet etti mi, artık namazları tam kılar.
Namazın kasredilmesinin asıl sebebi yolculuk hâlidir. Korku, meşakkat gibi durumlar, maslahattır. Öyle ise, asıl sebep olunca namaz kasredilir. Maslahat olmasa yine kasredilir. Aksi halde, yolcu olmayan kimse korksa veya meşakkate düşse namazı kasredemez, tam kılar.
Namazı, Kasr da(kısaltmak), itmam da(tamamlamak) caizdir. Yani; namazı Kısaltmayıp dört de kılabilir. Ancak dört rekâtlı namazı iki rekât kılacağına dair namaza dururken niyet etmelidir. Yani kısaltacağını bilerek kılmalıdır. Böyle bir namazı yalnız başına kılabileceği gibi, cemaatle de kılabilir. Her ikisi de caizdir.
Bu hususta Hz.Ömer(r.a) Resûlullah'a(a.s.v) sormuş, Efendimiz(aleyhissalâtu vesselâm): "Yolculuk hali olunca namazın kasredilmesi Allah'ın size bir sadakasıdır" mânasında bir cevap vermiştir. (Kütüb-ü Sitte, 2899)
İbnu Abbâs(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) Medine'den Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı. Rabbülâlemîn'den başka hiç bir şeyden korkmuyordu. Yolda namazı ikişer ikişer(yani kasrederek) kıldı.”  (Tirmizî, Salât 391)

ü  Gerekli sefer şartlarını taşıyan ve yolculuk mesafesi de en azından 89 km. olan yolcuların öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı cem'-i takdîm veya cem'-i te'hîr şeklinde kılmaları caizdir.
Hacıların Arafat'ta öğle vaktinde öğle ile ikindi namazlarını cem'-i takdîm; Müzdelife'de yatsı vaktinde akşamla yatsı namazlarını cem'-i te'hîr şeklinde birlikte kılmaları caizdir. (Nevevî, el-Mecmû', 4/249)
Belirtilecek sebeplerden birinin tahakkuk etmemesi durumunda beş vakit farz namazdan birini vaktinden önceye alarak ya da vaktinden sonraya bırakarak başka bir vaktin namazıyla birlikte kılmak caiz olmaz. Zira yüce Allah, her namazı kendi vakti içinde kılmamızı açık bir ifadeyle emretmiştir: "Namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır." (Nisa 4/103)
Ancak kolaylık ve müsamaha dini olan islâmiyet, bazı sebeplerin oluşması durumunda sıkıntı ve güçlüğü ortadan kaldırmak maksadıyla bazı farz namazların, vakitleri dışında kılınmasına ruhsat vermiştir.
Şunu da belirtelim ki, bu konuda mezhepler arasında meydana gelen ihtilâftan sakınmak için efdal olan, cem' yapmaksızın namazları vakitlerinde kılmaktır. Ayrıca sevgili Peygamberimiz de(s.a.v) sefer halinde namazlarını hep kısaltarak kılardı. Ama cem'i her zaman uygulamazdı.
Cem' ederek kılmak daha faziletli olsaydı, sefer halinde namazlarını hep cem' ederek kılardı. Ama bununla birlikte bazan cem'-i takdîm, bazan da cem'-i te'hîr şeklinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birlikte kılmıştır.

ü  Vakit namazlarından bazıları cem’-i takdim veya cem’-i te’hir sûretinde kılınabilir. Bu aynı zamanda sünnettir ve duruma göre her ikisi de yapılabilir.
Buna göre, dinen yolcu sayılan bir kimse, erkek veya kadın öğle ile ikindiyi; akşamla yatsı namazlarını birleştirerek kılabilir. Sabah namazına gelince, bunun hiçbir durumda başka bir vaktin namazıyla birleştirilerek bir arada kılınması sahih olmaz.
Öğle namazını ikindi ile birlikte ikindi vaktinde; akşam namazını yatsı ile birlikte yatsı vaktinde kılarsa ilk namazları geciktirmiş olduğundan “cem’-i te’hir” yapmış olur.
Fakat ikindiyi öğle ile birlikte öğle vaktinde, yatsıyı da akşamla birlikte akşam namazı vaktinde kılarsa, ikinci namazları öne alıp kıldığından böylece “cem’i takdim” yapmış olur.
Vasıta yürüyüş halinde ise, öğle ve akşam namazlarının vakti içinde, öğle namazını ikindiye ve akşam namazını yatsıya te’hir etmek; istirahat halinde ise ikindi namazını öğle vaktinde, yatsı namazını da akşam vaktinde birlikte kılmak daha faziletlidir. (İlmihal, Mehmed PAKSU)
Bir rivâyette şöyle gelmiştir: "...Acele yürümek gerekirse öğleyi ikindiye te'hir eder, ikisini birleştirirdi, keza ufuktaki aydınlık kaybolunca da akşamla yatsıyı birleştirirdi." (Buhârî, Taksîru's-Salât 16,15; Müslim, Müsâfirîn 46)

ü  Gerek cem’-i tehir yaparken, gerekse cem’-i takdim ederken birtakım şartlara riayet etmek gerektir.
Cem’-i takdimle kılacağı zaman birinci şart, namazlardaki sıraya uyması gerekir. İkindi namazını öğle vaktinde, yatsı namazını da akşam vaktinde kılacağı zaman önce öğleyi, sonra ikindiyi; akşam ile yatsı namazlarında ise önce akşamı, sonra yatsıyı kılmalıdır. Aksi halde her iki namaz da fâsit olacağından iade etmesi gerekir.
İkinci şart da, meselâ, öğle namazını kılarken içinden, “Bundan sonra ikindi namazını cem’i takdim ederek kılacağım” diye niyet etmelidir. Bu niyeti namazın içinde selâm verinceye kadar getirmesi lâzımdır.
Üçüncü bir şart, cem’-i takdim edilerek kılınacak namazlar arasında iki rekât namaz kılacak kadar bir fasıla verilmemesi lâzımdır. Aralarında bu miktardan fazla bir zaman olursa ikinci namazı kendi vaktinde kılmak gerekir.
Dördüncü şart da, ikinci namazı kılmaya başlayıncaya kadar yolculuğun devam etmesi şarttır. İkinci namaza başlamadan evvel ikamet edeceği beldeye varırsa, artık bu namazı kendi vakti içinde kılması lâzım gelir.
Cem’-i te’hir için ise sadece iki şart vardır. Bunlardan birisi; birinci namazı ikinci namazın vaktine te’hir edeceğine dair niyet etmelidir. Meselâ öğle ile ikindiyi birarada kılacaksa öğle namazını ikindi namazının vaktinde kılacağından, öğle namazının vakti çıkmadan bu namazı ikindi vakti girince kılacağına dair niyet etmesi lâzımdır. Vaktinde niyet getirmeden te’hir ederse, bu namaz kazaya kalmış olacağı gibi, ayrıca namazı geciktirdiği için de günahkâr olur.
İkinci bir şart da, yolculuğun her iki namazı kılıncaya kadar devam etmiş olması lâzımdır. Birinci ve ikinci namazı kılarken ikamet edeceği yere varırsa birinci namazı kazaya kalmış olur ve ayrıca mes’ul duruma da düşer.
Cem’-i te’hirde sıraya riayet etmek şart değildir. Meselâ, ikindi namazını öğle namazından ve yatsı namazını da akşam namazından önce kılabilir. (İlmihal, Mehmed PAKSU)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder