23 Mart 2011 Çarşamba

Akrabalarla Münasebet Adabı ve Sıla-i Rahim

Akrabalarla Münasebet Adabı ve Sıla-i Rahim


ü  Sıla-i Rahim; Akraba ve yakınları ziyaret etme, hallerini ve hatırlarını sorma, gönüllerini alma anlamında bir İslam ahlâki terim ifadesidir.
Daha değişik ifade ile yakınlarımıza karşı dinimizin tahmil ettiği bir kısım vazifelerimiz vardır ki, bunların yerine getirilip ifa edilmesine sıla-i rahm denmiştir.
Sözgelimi iş ve ikâmet yerimiz akrabalardan uzaklarda ise zaman zaman ziyaretlerine gitmek, mektup yazıp telefon etmek; yakında ise arada sırada görüşmek, yardımımıza muhtaçsa yardım etmek, hastaysa ziyaret etmek, bir meselesi varsa ilgilenmek; sürurunda tebrik, üzüntüsünde teselli ve tâziyede bulunmak, hal hatır sormak, selam vermek vs. hepsi sıla-i rahm'e dâhildir.
İslam'da insanlar arası ilişkilere önem verildiği gibi özellikle yakınlardan başlayarak anne ve babanın ve sırayla diğer akrabaların ziyaret edilip gözetilmesi prensibi son derece önemlidir.
Sıla-i rahim öncelikle akrabalara karşı talep edilmiş ise de, komşulara, arkadaşlara, meslektaşlara, iş arkadaşlarına, din kardeşlerine ve her çeşit tanıdıklara karşı da vazife ve borç kılınmıştır.
Sözgelimi, karşılaştığımız bir mü'mine, tanımasak bile verilen bir selâm, yaşlı bir kimseye yer gösterme, otobüste yer verme, düşen bir çocuğu kaldırma, soran kimseye adres tarif etme, içtimâî münasebetlerde güler yüzlü, tatlı sözlü olma, hayırhah ve yardımsever tavrı takınma vs. hepsi birer sıla-i rahim'dir.
Gerek âyetlerde, gerek hadislerde, Sıla-i Rahim’in; namaz, zekât gibi farz ibadetlerden hemen sonra zikredilmesi, İslâmdaki önemini göstermektedir.
Nitekim Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:
"Allah'tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının." (en-Nisâ, 4/1)
"Onlar ki Allah'ın gözetilmesini emrettiği hakları gözetirler(akrabalık bağlarını devam ettirirler ve iyilikte bulunurlar); Rablerine saygı beslerler ve kötü hesaptan korkarlar..."
_Fakat Allah'ın tevhit akidesini kabullendikten sonra onu bozanlar ve Allah'ın bağlanmasını emrettiği bağları koparanlar(akrabalık bağlarını kesenler) ve yeryüzünü fesada verenler var ya; işte bunlar, lânet onlara ve yurdun kötüsü Cehennem de onlara.” (er-Ra'd, 13/21,25)
Ebu Eyyüb el-Ensarî(r.a) hazretlerinden rivayet edildiğine göre bir adâm Hz.Peygamber'e(s.a.v) gelerek: "Yâ Rasûlallah; beni Cennete sokacak bir ibadet söyler misiniz?" dedi. Resûlullah(s.a.v) şu cevabı verdi: "Allah'a ibadet eder ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar, zekât verir ve sıla-i rahm edersin."  (Buhari, Zekât 1)
Ebu Hüreyre(r.a) anlatıyor: Resulullah(a.s.v) buyurdular ki: "Kim, rızkının Allah tarafından genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın." (Kütüb-ü Sitte, c.10, H.N.3289)
Peygamber Efendimiz(s.a.v) müteaddit hadislerinde şöyle buyurmuşlardır;
"Allah Teâlâ, sadaka ve sıla–i rahim sebebiyle insanın ömrünü uzatır, kötü ölümü, şerri ve zararı o kimseden uzaklaştırır." (et-Tergib ve't-Terhib, 4:114)
“Sıla–i rahim, arşa asılıdır, der ki: Kim beni sıla ederse, Allah da ona sıla etsin. Kim benden koparsa, Allah da ondan kopsun.” Yani: "Sıla-i rahmi yerine getirerek insanlara karşı olan vazifelerini yapan kimseye Allah rahmetiyle muamele etsin, bu vazifeyi yapmayanlar da Allah'ın rahmetinden mahrum kalsın." (Buhari, Edeb 13)
“Soyunuzu öğreniniz ki, akraba haklarını yerine getiresiniz. Çünkü akraba haklarını yerine getirmek, ailede sevgiye, bolluk ve uzun ömre vesile olur.” (Buharî, Edeb 12)
"Sıla-i rahm, güzel ahlâk, başkalarıyla iyi geçinmek, beldeleri mâmur, ömürleri uzun eder." (Kütüb-ü Sitte, c.10, Sıla-i Rahim Bölümü)

ü  Âlimler, sıla-i rahimde bulunmanın vacib olduğu görüşündedirler.
Sıla-i Rahimin terkedilmesi, yani akraba ve yakınlarla olan ilişkinin kesilmesi(kat-ı sıla-i rahim), büyük günâhlardan sayılmış ve Fasıklığın bir alameti olarak görülmüştür.
Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:
               
Bu cümledeki emir, iki kısımdır:
Birisi, teşriîdir ki, sıla-i rahm ile ta’bir edilen akraba ve mü’minler arasında şer’an emredilen muvasala hattıdır.
Diğeri, emr-i tekvinîdir ki, fıtrî kanunlar ile âdetullahın tazammun ettiği emirlerdir.
Meselâ ilmin i’tası, ma’nen ameli emrediyor; zekânın i’tası, ilmi emrediyor; isti’dâdın bulunması, zekâyı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesâretin verilmesi, cihadı ma’nen ve tekvinen emrediyor.
İşte o fâsıklar, bu gibi şeylerin arasında şer’an ve tekvinen te’sis edilen muvasala hattını kesiyorlar.
Meselâ akılları marifetullaha, zekâları ilme küs olduğu gibi; akrabalara ve mü’minlere dahi dargın olup, gidip gelmiyorlar. (İşaret-ül İ’caz, Nükte-i İcaziye, 174)
Hem onlar fıskla kabuklarından çıktılar, hem Allah’a olan ahidlerini bozdular, hem sıla-i rahmi kestiler, hem Arz’da Allah’ın nizam ve intizamını ifsad ettiler. Binâenaleyh hâsir ve zararlı onlardır. Dünyada vicdan, kalb ve ruhun azabı ile, âhirette de Allah’ın gadabiyle ebedî bir azab içinde kalan onlardır. (İşaret-ül İ’caz, Nükte-i İcaziye, 173)
Nitekim bir ayette Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Demek idâreyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesad çıkaracak, akrabalık bağlarını bile parçalayıp keseceksiniz öyle mi? Onlar öyle kimselerdir ki Allah kendilerini rahmetinden kovmuş da duygularını almış ve gözlerini kör eylemiştir.” (Muhammed, 47/22-23)
Peygamber Efendimiz de(s.a.v) mevzu hakkında şöyle buyurmuştur:
“Sıla-i Rahmi(akrabalarla ilişkiyi) kesen cennete giremez.” (Müslim, Birr 19)
"Zulüm ve akraba haklarını yerine getirmemek kadar, Allah'ın bu dünyada daha çabuk cezalandırdığı bir başka günah yoktur. Üstelik Allah, Âhirette de ceza verecektir." (Tirmizi, Kıyame 57)
“Allah aşkına içinizde sıla–i rahmi kesenleriniz varsa aramızdan ayrılsın! Çünkü Allah'a duâ etmek istiyoruz. Oysa semanın kapıları sıla–i rahmi kesenlere kapalıdır.”
“Her Cuma gecesi insanoğlunun amelleri Allah'a arz olunur. Yalnız sıla-i rahimde bulunmayanların amelleri kabul olunmaz.” (Ahmed b.Hanbel, Müsned, c.II, syf.484)

ü  Sıla-i Rahim’in birkaç derecesi vardır.
En aşağı derecesi akrabalarımıza karşı tatlı sözlü, güler yüzlü olmak; karşılaştığımızda selâmlaşmayı, hal hâtır sormayı ihmâl etmemek; dâima kendileri hakkında iyi şeyler düşünmek ve hayır dilemektir.
İkinci derece de ziyâretlerine gitmek ve çeşitli konularda yardımlarına koşmaktır. Bunlar daha çok bedenî hizmetlerdir. Özellikle yaşlıları zaman zaman yoklayarak, yapılacak işleri varsa onları takib etmek kendilerini sevindirecektir.
Sıla-i rahmin üçüncü ve en önemli derecesi akrabalara malî yardım ve destek sağlamaktır.
Şu halde, yakınları görüp gözetmek deyince, yukarıda belirtilen üç derecedeki yardımdan hangisine güç yetiniyorsa, onun yapılması anlaşılmalıdır. Yapabileceği görevi yapmamak müslümanı bu konuda sorumlu kılar.
Kur'an-ı Kerim'de Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:
"Allah'a kulluk edin, O'na hiç bu şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve size hizmet eden kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez." (en-Nisâ, 4/36)
"Akrabalarına, düşküne ve yolcuya hakkını ver, elindekileri de hepten savurma." (el-İsrâ, 17/26)
Hz.Peygamber de(s.a.v) mevzu hakkında şöyle buyurmuştur:
 “Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse, akrabasını görüp gözetsin” (Buharî, İlim 37)
“Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa, akrabasını görüp gözetsin.” (Buhari, Edeb 12)
“Ey insanlar, birbirinize selâm verin, akrabanızı gözetin, yemeği yedirin! Geceleyin insanlar uyurken namaz kılın ki selâmetle Cennete giresiniz.” (Tirmizî, Et'ime 45)
“Yoksula yapılan sadaka bir sadakadır. Bu sadaka akrabaya yapılmışsa iki sadaka demektir. Biri sadaka, diğeri sıla-i rahimdir ki bu da sadaka sayılır.” (Tirmizi, Zekât 26)

ü  Birisinin cinâyetiyle, başkaları veya akraba ve dostları mes’ul olamaz.
Bir câninin cinâyeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şeni’ gıybetler ve tezyifler edilip bir tek cinâyet yüz cinâyete çevrildiğinden, gâyet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup, kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbûr ediliyor.
Bu ise, hayat-ı içtimâîyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. (Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı, 619)

ü  Sıla-i rahim konusunda dikkat edilecek hususlârdan biriside; İyilik, karşılık bekleyerek yapılmamalı yani sadece görüp gözeten yakınlara karşı sıla-i rahimde bulunulmamalı; aksine, unutan, akrabalık bağlarını koparanlara karşı da bu görev yerine getirilmelidir.
Ebu Hureyre(r.a) anlatıyor: Bir adam aleyhissalâtu vesselam'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Benim akrabalarım var. Ben onlara sıla-i rahm yapıyorum, onlar mukabele etmeyip alakayı kesiyorlar. Ben onlara iyilik yapıyorum, onlar bana kötülük yapıyorlar. Ben onlara yumuşak davranıyorum onlar bana karşı cahillik yapıyorlar!" dedi. Bunun üzerine Efendimiz aleyhissalâtu vesselam: "Eğer dediğin gibi isen, sanki onlara sıcak kül yediriyor gibisin. Sen bu şekilde devam ettikçe, onlara karşı Allah'ın yardımı seninle olacaktır." (et-Tac, 5:9)
Hz.Peygamber(s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyuruyor: "İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla-i Rahim, kişinin kendisi ile ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir." (Buharî, Edeb 15)
Başka bir hadislerinde ise Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İyiliklerin en faziletlisi, seninle ilgisini kesen kimseyi ziyaret etmen, sana bir şey vermeyene senin vermen ve de sana haksızlık yapanı affetmendir.” (Kütüb-ü Sitte, c.10, Sıla-i Rahim Bölümü)

ü  Akraba ziyaretlerine ziyade ehemmiyet vermek gerekir.
Hususan akrabalarımızın ihtiyarlık, hastalık ve musibet zamanlarında bu ziyaretleri sıklaştırmak, kederli ve mahzun kalblerini hoşnud etmek ve teselli vermek ve onların hizmetlerini görmek mühim bir ibadettir.
Evet, hastalara bakmak ehl-i iman îçin mühim sevabı vardır. Hastaların keyfini sormak, fakat hastayı sıkmamak şartiyle ziyaret etmek, Sünnet-i Seniyedir; kefaretü’z-zünub olur.
Hadîste vardır ki: “Hastaların duâsını alınız, onların duâsı makbûldür.”
Bahusus hasta, akrabadan olsa, husûsan peder ve vâlide olsa, onlara hizmet mühim bir ibâdettir, mühim bir sevabdır. Hastaların kalbini hoşnud etmek, teselli vermek, mühim bir sadaka hükmüne geçer.
Bahtiyardır o evlât ki; peder ve vâlidesinin hastalık zamanında, onların seriü’t-teessür olan kalblerini memnun edip hayır duâlarını alır.
Evet, hayat-ı içtimâîyyede en muhterem bir hakîkat olan peder ve vâlidesinin şefkatlerine mukabil, hastalıkları zamanında kemâl-i hürmet ve şefkat-i ferzendane ile mukabele eden o iyi evlâdın vaziyetini ve insaniyetin ulviyetini gösteren o vefâdar levhaya karşı, hatta melâikeler dahi Maşaallah, Barekâllah deyip alkışlıyorlar. (Lem’alar, 25.Lem’a, 17.Deva)
İhtiyarlara bakmak ise; hem azîm sevap almakla beraber, o ihtiyarların ve bilhassa peder ve vâlide ise, duâlarını almak ve kalblerini hoşnut etmek ve vefâkârane hizmet etmek, hem bu dünyadaki saadete, hem Âhiretin saadetine medâr olduğu rivayat-ı sahihe ile ve çok vukuat-ı tarihiye ile sâbittir.
İhtiyar peder ve vâlidesine tam itaat eden bahtiyar bir veled, evlâdından aynı vaziyeti gördüğü gibi, bedbaht bir veled, eğer ebeveynini rencide etse; azab-ı uhreviden başka, dünyada çok felâketlerle cezasını gördüğü, çok vukuatla sâbittir.
Evet, ihtiyarlara, ma’sûmlara, yalnız akrabasına bakmak değil; belki ehl-i îman (mâdem sırr-ı îmanla uhuvvet-i hakîkiye var) onlara rastgelse, muhterem hasta ihtiyar ona muhtaç olsa, ruh u canla ona hizmet etmek İslâmiyetin muktezasıdır. (Lem’alar, 25.Lem’a, 24.Deva)

ü  Peder ve vâlidenin arzuları pek mühimdir.
Sıla–i rahim ile ilgili olarak yapılacak ilk hizmet, ana–babaya ait dinin emir ve tavsiyeleridir. Yani Allah'a kulluktan sonra ilk vazife, ana–babanın hizmetini görmek, rızalarını tahsil etmek ve her hâl-ü kârda onları memnun etmektir. Haklı da olsa, onları hiçbir şekilde incitmemek; bir şikâyet ve yakınma olarak "öf" bile dememektir.
 âyeti: Beş mertebe hürmet ve şefkate evlâdı davet etmesi; Kur’anın nazarında valideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir.
Mâdem peder; kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister. Ona mukabil veled dahi, pedere karşı hak dâva edemez. Demek valideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira münakaşa, ya gıbta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münakaşa, haksızlıktan gelir.
Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâva etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek; pederine isyan eden ve onu rencide eden, insân bozması bir canavardır. (Sözler, 32.Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, 2.Nükte)
Cenab-ı Hak başka bir ayette ise şöyle buyurmuştur: "Biz insana annesine babasına iyi davranmasını emrettik, Çünkü annesi onu nice zahmetlere katlanıp karnında taşımıştır." (Lokman, 14)

ü  İslam Dini, anne-baba hukukunun önemini; her halûkârda onlara itaatin ehemmiyetini; hangi sebeple olursa olsun onları kırıp, rencide etmenin yasak olduğunu; onların rızalarını ve memnuniyetlerini tahsil etmenin farz-ı ayn olduğunu her Müslümana bildirir.
Gerçek ve doğru olan şudur ki; her evlât hiçbir özür beyan etmeden, haklı veya haksız hiçbir sebep öne sürmeden anne ve babanın rızasını tahsil etmenin gayretinde olmakla vazifelidir. Bu yolda azamî şefkatini ve merhametini esirgememelidir.
Evlat haklı bile olsa anne babasına isyan edemez. Onların İslama aykırı olan isteklerini yerine getirmeden, evlatlık görevlerini yapmaya devam ederler. Güzel bir lisanla anne babayı kırmadan isteklerinin yanlış olduğu ifade edilir.
İtaat etmek ayrıdır, isyan etmek ayrıdır. Allah Teâla'ya isyan olmadıkça anne-babaya mutlak itaat emredilmiştir. O halde Allah’ın emrine aykırı olmayan her isteklerini yerine getirmek gerekir. Allah’ın emirlerine aykırı olan isteklerine ise uyulmaz; ama isyan da edilmez. Bu istekleri yerine getirilmez ve sessiz kalınır. Hürmet, saygı ve hizmet devam eder.
Baba ne kadar haksız da olsa, oğul onun rızasını tahsil etmeye mecburdur. Oğul da ne kadar serkeş de olsa, baba şefkat-i fıtriyesini ona karşı esirgemez ve esirgememeli. (Emirdağ Lahikası, syf.77)
Müşrik bile olsa anne ve babaya hürmet hususunda bir ayette Cenab-ı Hakk(c.c) şöyle buyurmuştur: "Eğer onlar(ebeveyn) sence ilimde (yeni) olmadık herhangi bir şeyi bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendilerine itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy…" (Lokman Sûresi, 15)
Esma Bintu Ebî Bekr(r.a) anlatıyor: Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. Nasıl davranmam gerekeceği hususunda Hz.Peygamberden(a.s.v) sorarak : "Annem yanıma geldi, benimle görüşüp konuşmak arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?" dedim. "Evet" dedi, "ona gereken hürmeti göster." (Buharî, Hibe 28; Edeb 8)
Mevzu ile alakalı Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden bir hatırayı, Mustafa Birlik ağabey şöyle aktarıyor: “Pederle ayrılmak icap etti ya. Nurcu olduktan sonra dargın duruyordu. Sonra ben Üstad Hazretleri’ne yazdım. "Ben gidiyorum, kovalıyor" falan diye.
Üstad da "Kardeşim, sahabe-i kiram da bu imtihanı, ebeveyni ile olmuş. O kapıdan kovacak, sen pencereden gir. Pencereden kovarsa, bacadan gir. Sen vazifeni yap, vazife-i İlahiye’ye karışma. O gün sana dua edecektir." dedi.
Aynen öyle olmuştur. Son haftalarında Beyşehir’e gittiğimiz zaman babam ‘Yanlış anlamışız’ dedi.” (Son Şahitler, Necmeddin ŞAHİNER)

ü  Hakîki ihlâs ile hakîki bir fedakârlık taşıyan vâlidelik şefkati sû-i isti’mal edilip, ma’sûm çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan Âhiretini düşünmeyerek, muvakkat fâni şişeler hükmünde olan dünyaya o çocuğun ma’sûm yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkatı sû-i isti’mal etmek demektir.
Evet, bir vâlide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakîki bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi i’tibâriyle kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki; hanımlarda gâyet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir.
Fakat ba’zı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i isti’mal edilir.
Yüzer nümûnelerinden bir küçük nümûnesi şudur: O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir; Hâfız Mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir.
Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor, Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak o ma’sûm çocuğunu, âhirette şefaatçı olmak lâzım gelirken da’vacı ediyor.
O çocuk, “Niçin benim îmanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekva edecek.
Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, vâlidesinin hârika şefkatının hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez; belki de çok kusur eder.
Eğer hakîki şefkat sû-i isti’mal edilmeyerek, biçâre veledini haps-i ebedî olan Cehennemden ve îdam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrı ile çalışsa; o veledin bütün ettiği hasenatının bir misli, vâlidesinin defter-i a’maline geçeceğinden, vâlidesinin vefatından sonra her vakit hasenatları ile ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de değil da’vacı olmak, bütün ruh u canı ile şefaatçı olup ebedî hayatta ona mübârek bir evlât olur. (Lem’alar, 24.Lem’a)
Şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğa namaz gibi farzlara peder ve valideleri onları alıştırmak için, teşvikkârâne emretmek ve on yaşına girse şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak şeriatta var. (Emirdağ Lahikası, syf.442)
Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i îmanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve îmanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyet’i kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer.
Bilhassa peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyâde yabanilik verir.
O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden îmanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?
İşte bu hakîkata binaen en bahtiyar çocuklar onlardır ki; Risâle-i Nur dâiresine girip dünyada peder ve validesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a’mâline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve âhirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlâd olurlar. (Emirdağ Lahikası, syf.86)

ü  Peder ve vâlideye karşı olan muhabbetin, en evvel ve bizatihi Rıza-i İlahi için olması gerekir.
Cenab-ı Hak hesabına olursa, bu muhabbet hem bir ibadet, hem de onlar ihtiyarlandıkça hürmet ve muhabbeti ziyadeleştirmeye vesile olur.
En âlî bir his ile, en merdane bir himmet ile onların tul-ü ömrünü ciddî arzu edip bekalarına dua etmek, tâ “onların yüzünden daha ziyade sevab kazanayım” diye samimî hürmetle onların elini öpmek, ulvî bir lezzet-i ruhanî almaktır.
Yoksa nefsanî, dünya itibariyle olsa, onlar ihtiyar oldukları ve sana bâr olacak bir vaziyete girdikleri zaman; en süflî ve en alçak bir his ile vücudlarını istiskal etmek, sebeb-i hayatın olan o muhterem zâtların mevtlerini arzu etmek gibi vahşi, kederli, ruhanî bir elemdir. (Sözler, 32.Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, 2.Nükte)
Hem peder ve valideyi şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetine aittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat, Lillâh için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyâde muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir. (Sözler, 32.Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, 2.Nükte)

ü  Peder ve Validenin duası ganimet bilinmeli ve onların rızalarını tahsil etmek suretiyle dualarını almaya çalışmalıdır.
Bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Üç dua ve beddua, şüphesiz müstecaptır, makbuldür. Mazlumun (zalim hakkında) yaptığı dua/beddua, Misafirin (ev sahibi için) yaptığı dua ve babanın evladı için yaptığı dua.” (Tirmizî, Bir 7)
Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Babanın çocuğuna duası, Peygamberin ümmetine duası gibidir.”

ü  Mevzu ile alakalı, Risale-i Nur külliyatında, meselenin ehemmiyetine binaen mahsus bir makam ve mevki kazanan Mektubat eserinin 21.Mektubunu istifadeye medar olması dileği ile aynen buraya dercediyoruz.

Ey hânesinde ihtiyar bir vâlide veya pederi veya akrabasından veya îman kardeşlerinden bir amel-mânde veya âciz, alîl bir şahıs bulunan gafil!.
Şu âyet-i kerimeye dikkat et bak: Nasılki bir âyette, beş tabaka ayrı ayrı sûrette ihtiyar vâlideyne şefkati celbediyor.
Evet, dünyada en yüksek hakîkat, peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını kemâl-i lezzetle evlâdlarının hayatı için fedâ edip sarfediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâb etmemiş herbir veled; o muhterem, sâdık, fedakâr dostlara hâlisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnud etmektir. Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.
İşte, o mübârek ihtiyarların vücûdlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek, ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır bil, ayıl! Evet, hayatını senin hayatına fedâ edenin zevâl-i hayatını arzu etmek, ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla...
Ey derd-i maîşetle mübtelâ olan insan! Bil ki senin hânendeki bereket direği ve rahmet vesilesi ve musîbet dafiası, hânendeki o istiskal ettiğin ihtiyar veya kör akrabandır.
Sakın deme: “Maîşetim dardır, idare edemiyorum.” Çünkü onların yüzünden gelen bereket olmasaydı, elbette senin dıyk-ı maîşetin daha ziyâde olacaktı.
Bu hakîkatı benden inan. Bunun çok kat’i delillerini biliyorum, seni de inandırabilirim. Fakat uzun gitmemek için kısa kesiyorum. Şu sözüme kanaat et. Kasem ederim şu hakîkat gâyet kat’idir, hatta nefis ve şeytanım dahi buna karşı teslim olmuşlar. Nefsimin inadını kıran ve şeytanımı susturan bir hakîkat, sana kanaat vermeli.
Evet, kâinatın şehâdetiyle, nihayet derecede Rahman, Rahîm ve Latif ve Kerîm olan Hâlık-ı Zülcelâl-i Vel’ikram, çocukları dünyaya gönderdiği vakit, arkalarından rızıklarını gâyet latif bir sûrette gönderip ve memeler musluğundan ağızlarına akıttığı gibi; çocuk hükmüne gelen ve çocuklardan daha ziyâde merhamete lâyık ve şefkate muhtaç olan ihtiyarların rızıklarını dahi, bereket sûretinde gönderir. Onların iâşelerini, tama’kâr ve bahil insanlara yükletmez.

âyetlerinin ifade ettikleri hakîkatı, bütün zîhayatın envâ’-ı mahlûkları lisan-ı hal ile bağırıp, o hakîkatı kerîmaneyi söylüyorlar.
Hatta değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi ba’zı mahlûkların rızıkları dahi, bereket sûretinde geliyor. Bunu te’yid eden ve kendim gördüğüm bir misâl: Benim yakın dostlarım bilirler ki; iki-üç sene evvel hergün yarım ekmek, o köyün ekmeği küçük idi muayyen bir tayinim vardı ki, çok def’a bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere de fazla kalırdı.
İşte şu hal o derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat’i bir sûrette ilân ediyorum: Onlar bana bâr değil; hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.
Ey insan! Mâdem canavar sûretinde bir hayvan, insanların hânesine misafir geldiği vakit berekete medâr oluyor; öyle ise mahlûkatın en mükerremi olan insan ve insanların en mükemmeli olan ehl-i îman ve ehl-i îmanın en ziyâde hürmet ve merhamete şâyân aceze, alîl ihtiyareler ve alîl ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyâde lâyık ve müstehak bulunan akrabalar ve akrabaların içinde dahi en hakîki dost ve en sâdık muhib olan peder ve vâlide, ihtiyarlık halinde bir hânede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve

sırriyle, yâni: “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.” ne derece sebeb-i def’-i musîbet olduklarını sen kıyas eyle.
İşte ey insan! Aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın.

sırriyle, sen vâlideynine hürmet etmezsen, senin evlâdın dahî sana hizmet etmeyecektir.
Eğer âhiretini seversen, işte sana mühim bir define; onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle.
Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. Yoksa onları istiskal etmek, ölümlerini temenni etmek ve onların nazik ve seriü’t-teessür kalblerini rencide etmek ile

sırrına mazhar olursun. Eğer rahmet-i Rahman is-tersen, o Rahman’ın vedîalarına ve senin hânendeki emanetlerine rahmet et.
Âhiret kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zât vardı. Dininde, dünyasında muvaffakıyetli görüyordum. Sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o muvaffakıyetin sebebi: O zât ise, ihtiyar peder ve vâlidelerinin haklarını anlamış ve o hukuka tam riâyet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş. İnşâallah âhiretini de tâmir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen ona benzemeli...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder