24 Mart 2011 Perşembe

Sadaka, Zekât Ve Fakirlere Yardım Adabı


Sadaka, Zekât Ve Fakirlere Yardım Adabı

ü  Zekât, Allah rızası için yapılan yardım nevi’leri veya verilen şey; Sadaka ise insanın malından sırf Allah rızası için muhtaç olanlara temlik edilmek üzere çıkardığı bir vergi türü anlamında fıkıh terimleridir.
Zekâta, mü'minlerin Allah'ın emirlerine uymadaki sadakatlarini gösterdiği için "sadaka" da denilmiştir. Çoğulu sadakât'tır.
Sadaka kavramında üç temel özelliğin bulunması gerekir: İhtiyaç, mülkiyetin nakli ve temlîkin Allah için olması. (İslam Ansiklopedisi)

ü  Sadaka, yükümlünün durumuna göre farz, vacib veya nâfile hükmünde olur.
Sadakanın farz olan kısmı zekâttan ibaret olup; tarım ürünlerinin zekâtı olan öşrü; hayvanların, ticaret mallarının, altın, gümüş ve diğer nakit paraların zekâtı ile, define ve madenlerin zekâtını kapsamına alır.
Cenab-ı Hak Furkan-ı Hakim de şöyle buyuruyor:
  • "Namazı kılın, zekâtı verin" (el-Bakara, 2/43);
  • "Mü'minlerin mallarından zekât al ki, onları temizleyip mallarını çoğaltasın" (Tevbe, 9/103);
  • "Hasat günü ürünün hakkını ödeyin" (el-En'âm, 6/141)
Hz. Peygamber'in çeşitli hadislerinde farz olan zekât emredilmiştir: "İslâm beş temel üzerine kurulmuştur. Bunlardan birisi de zekât vermektir" (Buhârî, İmân, 1, 2; Tefsîru Süre, 2/30; Müslim, İmân, 19-22; Tirmizi, İmân, 3; Nesâî, İmân,13)

ü  Fıtır sadakası, vacib hükmünde bir sadaka türüdür.
Bu, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarının dışında en az nisap miktarı bir mala mâlik bulunan her hür müslümanın yoksullara vermesi gereken bir sadakadır. Buna kısaca, "fitre" denir ki, fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış atıyyesi(hediyesi) anlamına gelir.
Abdullah b. Abbas(r.anhümâ)'dan yapılan rivâyete göre Rasûlullah(s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Cenab-ı Hak, oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek sağlamak için fitreyi farz kılmıştır. Fitreyi kim bayram namazından önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur" (Buhârî, Zekât, 70, 71, 77; Müslim, Zekât, 12, 13, 16; Ebu Dâvud, Zekât, 18, 20; Nesâi, Zekat, 31, 33)

ü  Farz olan zekâtla, vacib olan fitre miktarları belirli bulunan sadakalardır.
Birincisinde nisab'a mâlik olduktan sonra bir yıl geçmesi, ikincisinde ise, sadece nisaba malik olmak şarttır.
Bunların dışında, sıkıntı ve zarûret içinde bulunan müslümana ihtiyacını giderecek ölçüde yardım etmeyi bildiren bir sadaka daha vardır ki; bunun miktarı, sıkıntıyı giderecek ölçüye göre ortaya çıkar.
Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Fakat iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, malını sevmesine rağmen hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve köle azadına veren, namaz kılan ve zekât verendir" (el-Bakara, 2/ 177)
Burada Cenab-ı Hak, miktarı belli olan zekâtla birlikte yakınlara, yetim ve düşkünlere yapılacak malî bir yardımdan da söz etmiştir ki; bunun şart ve miktarını sıkıntıda olan yoksulun hali belirler.

ü  Sadaka geniş anlamıyla nafile olarak yapılan hayır ve hasenâtı, insan ve hayvanlara yapılan iyilik, lütuf ve ihsanları, hatta insanların gönlünü hoş eden güzel söz ve davranışları kapsamına alır. Sadaka-i câriye, vakfedilmiş sadaka ile diğer hayır ve hasenât bu niteliktedir.
Sadaka-i câriye, sürekli ecir getiren sadaka anlamına gelir. Bir hadiste sürekli ecir kaynağı olan ameller şöyle belirlenir: "İnsan öldüğü zaman amel işlemesi kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır dua eden salih çocuk" (Dârimi, Mukaddime, 46).
Bu hadiste zikredilen sadaka-i câriye; yol, köprü, çeşme, mescid, yoksullar için aş evi, hastahane ve okul gibi hayır yerlerini kapsamına alır. İnsanlar bu gibi yerlerden yararlandığı sürece, bunları yaptıranlar, yapılmasına sebep olanlar, yol gösterenler ve destek olanlar, gerek sağlıklarında ve gerekse vefatlarından sonra ecir almaya devam ederler.
Yararlı bir ilim bırakan da, bu ilimden, kitaptan, keşif ve icattan toplum yararlandıkça, mü'min olmak şartıyla, sürekli olarak ecir alır. Nitekim ilim, irfan ve irşatlarıyla toplumda iyi bir çığır açanın büyük mükâfatına kötü çığır açanın da günahına hadiste şöyle yer verilir: "Kim iyi bir çığır açarsa, bununla amel edenlerin ecri kadar ecri bu çığırı açan alır. Kötü bir çığır açan da, bununla amel edenlerin günahı kadar günahı yüklenir" (Müslim, İlim, 15; Zekât, 69; Nesâî, Zekât, 64; İbn Mâce, Mukaddime,14; Dârimî, Mukaddime, 44; Ahmed b. Hanbel, IV, 357, 359-361, 362)
Dine ve topluma yararlı bir çocuk yetiştirmek de, toplum bu çocuktan yararlandıkça, onun yetişmesinde katkısı bulunan anne, baba, hoca gibi kimselerin sürekli ecir almalarına bir sebeptir.

ü  İslâm'da farz ve vacib olan sadakalardan başka, kapsamı çok geniş bir sadaka anlayışı vardır. Mal veya parayı tasadduk etme yanında, mü'min kardeşine aracına binerken veya inerken yardımcı olmak, güler yüz veya tatlı dille onun gönlünü hoşnut etmek gibi pek çok fiil ve davranışlar sadaka olarak nitelendirilmiştir.
Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle, ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi icab eder. Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dâhi olur. Kavl ile fiil ile nasihat ile de oluyor. (İşaret-ül İ’caz, s.45)
Hastaların kalbini hoşnud etmek, teselli vermek, mühim bir sadaka hükmüne geçer. (Lem’alar, 25.Lem’a)
Hapis musîbetine düşenlere merhametkârâne, sadâkatle, Şefkatkârane hizmetiyle yardım etmek ve muhtaç oldukları rızıklarını ellerine vermek ve ma’nevî yaralarına tesellilerle merhem sürmek, az bir amel ile büyük bir kazanç var.
Ve dışarıdan gelen yemeklerini onlara vermek, aynı yemek kadar o gardiyan ve gardiyan ile beraber dâhilde ve hariçte biçâre mahpuslara çalışanlara bir sadaka hükmünde defter-i hasenatına yazılır.
Hususan musîbetzede, ihtiyar veya hasta veya fakir veya garib olsa, o sadaka-i ma’nevîyenin sevabını çok ziyâdeleştirir.
İşte bu kıymetli kazancın şartı, farz nâmazını kılmaktır. Tâ ki o hizmeti Lillâh için olsun. Hem bir şartı da, sadâkat ve şefkat ve sevinçle ve minnet etmemek tarzda yardımlarına koşmaktır. (Emirdağ Lahikası-II, s.312)
Farz ve vacib sadaka dışındaki sadaka kapsamının genişliğini şu hadiste görmek mümkündür: "İçinde güneş doğan her gün, insanların her bir mafsalı için kendilerine bir sadaka gerekir. Meselâ; İki kişinin arasında adaletle hükmetmen bir sadakadır. Hayvanına binmek isteyen bir kimseye yardım ederek, hayvana bindirmen veya eşyasını hayvana yüklemen bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken attığın her adım sadakadır. Gelip geçene sıkıntı veren şeyleri yoldan kaldırman bir sadakadır" (Buhârî, Sulh 11; Cihâd, 72,128; Müslim, Zekât 56)
Diğer yandan başka hadislerde, insanlara iyiliği emretmenin (Tirmizi, Birr 36; Müslim, Müsâfirîn, 84; Ebû Davud, Tatavvu', 12), Allah'a hamdetmenin ve O'nu tesbih etmenin bir sadaka olduğu belirtilmiştir. (Müslim, Mûsafirîn, 84)
Bir kimseye yol veya adres tarif etmek sadaka sayıldığı gibi (Buhârî, Cihâd, 72; Ahmed b. Hanbel, V,154), gönül alıcı yumuşak söz (Buhârî, Cihad, 72, Edeb, 34; Müslim, Zekât, 56), bir ağaç dikenin bu ağacından insan veya hayvanların yemesi ya da yararlanması da sadaka sayılmıştır. (Ahmed b. Hanbel, VI, 362)

ü  Bütün muavenet ve yardım nevilerini hâvi olan zekât hakkında sahih olarak Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan
hadîs-i şerifi mervidir. Yâni müslümanların birbirine yardımları, ancak zekât köprüsü üzerinden geçmekle yapılır. Zîra yardım vâsıtası, zekâttır.
     İnsanların hey’et-i içtimâîyesinde intizam ve asayişi te’min eden köprü, zekâttır. Âlem-i beşerde hayat-ı içtimâîyenin hayatı, muavenetten doğar.
     İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilâllerden, ihtilaflardan meydana gelen felâketlerin tiryakı, ilâcı, muavenettir.
     Evet, zekâtın vücûbu ile ribanın hurmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır.
     Evet, eğer tarihî bir nazarla sahife-i âleme bakacak olursan ve o sahifeyi lekelendiren beşerin mesavîsine, hatalarına dikkat edersen, hey’et-i içtimâîyede görünen ihtilâller, fesadlar ve bütün ahlâk-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.
Birisi: “Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne.”
İkincisi: “Sen zahmetler içinde boğul ki, ben ni’metler ve lezzetler içinde rahat edeyim.”
     Âlem-i insaniyeti zelzelelere ma’rûz bırakmakla yıkılmağa yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekâttır.
     Nev-i beşeri umûmî felâketlere sürükleyen ve bolşevikliğe sevkedip terakkiyatı, asayişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır(faizin yasaklanması). (İşaret-ül İ’caz, s.45)
    
ü  Hem değil yalnız eşhasta ve husûsi cemâatlerde, belki umum nev’-i beşerin saâdet-i hayatı için en mühim bir rükün belki devam-ı hayât-ı insaniye için en mühim bir direk, zekâttır.
Çünkü beşerde, havas ve avam iki tabaka var. Havastan avâma merhamet ve ihsan ve avamdan havassa karşı hürmet ve itâatı te’min edecek, zekâttır. Yoksa yukarıdan avamın başına zulüm ve tahakküm iner; avamdan zenginlere karşı kin ve isyan çıkar.
İki tabaka-i beşer dâimî bir mücadele-i ma’nevîyede, bir keşmekeş-i ihtilâfta bulunur. Gele gele tâ Rusya’da olduğu gibi, sa’y ve sermaye mücadelesi sûretinde boğuşmaya başlar. (Mektubat, 22.Mektub)
Hey’et-i içtimâîyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı, avamdan; zengin kısmı, fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı te’min eden, zekât ve muavenettir.
     Hâlbuki vücûb-u zekât ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahm kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilâl sadâları, hased bağırtıları, kin ve nefret vâveylâları yükselir.
     Kezalik; yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor.
     Maalesef, tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebeb iken, tekebbür ve gurura bâis oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti mûcib iken, esaret ve sefaleti intâc ediyor.
     Eğer bu söylediklerime bir şahid istersen âlem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahidler mevcûddur.
Hülâsa: Tabakalar arasında musalahanın te’mini ve münâsebetin te’sisi, ancak ve ancak Erkân-ı İslâmiyeden olan zekât ve zekâtın yavruları olan sadaka ve teberruatın hey’et-i içtimâîyece yüksek bir düstûr ittihaz edilmesiyle olur. (İşaret-ül İ’caz, s.46)

ü  İhsanlar zekât nâmına olmazsa, üç zararı var. Ba’zan da fâidesiz gider. Çünkü Allah nâmına vermediğin için, ma’nen minnet ediyorsun; biçâre fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbûl olan duâsından mahrum kalıyorsun.
Hem hakîkaten Cenâb-ı Hakk’ın malını ibâdına vermek için bir tevziat me’muru olduğun halde, kendini sâhib-i mal zannedip bir küfrân-ı ni’met ediyorsun.
Eğer zekât nâmına versen, Cenâb-ı Hak nâmına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun, bir şükrân-ı ni’met gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe mecbûr olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duâsı senin hakkında makbul olur.
Evet zekât kadar, belki daha ziyâde nâfile ve ihsan, yâhut sâir sûretlerde verip riyâ ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede? Zekât nâmına o iyilikleri yapıp, hem farzı edâ etmek, hem sevabı, hem ihlası, hem makbul bir duâyı kazanmak nerede? (Mektubat, 22.Mektub)

ü  Namaz dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekât da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür. Demek, birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.
Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:
1. Sadakayı vermekte israf olmaması.
2. Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması. Ali’den alıp Veli’ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. “Size rızık olandan veriniz” demektir.
3. Minnetle in'âmın bozulmaması. Yâni “Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur.” Yâni “Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz.”
4. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek.
5. Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle, ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi. Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dâhi olur. Kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor.
6. Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette değil, hâcât-ı zaruriyesinde sarf etmesi lâzımdır. Öyle adama veresin ki, nafakasına sarfetsin. Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbûl olmaz. (İşaret-ül İ’caz, s.24)

ü  Salâhat niyetiyle sana verilen bir şey, sâlih olmazsan kabûl etmek haramdır.
Bediüzzaman hazretleri kendi hayatından verdiği misalle bu manayı çok güzel bir şekilde izah etmektedir: “İşte şu zamanın insanları hırs ve tama’ yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçâreyi, sâlih veya veli tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar.
Eğer hâşâ! Ben kendimi sâlih bilsem; o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabûl etmek câiz değildir. Hem âhirete müteveccih a’mâle mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâkî meyvelerini dünyada fâni bir sûrette yemek demektir.” (Mektubat, 2.Mektub)

ü  Sadaka, musibet ve belaları def’ eder.
Hadîs-i Şerifte vârid olmuştur ki: “Ba’zan belâ nazil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir.”
Şu Hadîsin sırrı gösteriyor ki: “Mukadderat, ba’zı şerâitle vukua gelirken geri kalır. Demek ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki ba’zı şerâitle mukayyed bulunduğunu ve o şerâitin vuku bulmamasiyle o hâdise de vukua gelmiyor. Fakat o hâdise, ecel-i muallak gibi Levh-i Ezelî’nin bir nevi defteri hükmünde olan LEVH-İ MAHV, İSBAT’ta mukadder olarak yazılmıştır.” (Lem’alar, 16.Lem’a)
Mevzu ile alakalı Efendimizden(s.a.v) rivayet edilen bazı Hadis-i Şerifler:
“Keder ve gamları sadaka ile önleyiniz. Allah size isabet edecek zorlukları engeller. Düşmanlarınıza karşı size yardım eder. Kötü anlarınızda ayaklarınızı kaydırmaz.” (Deylemi)
“Sadaka Allah’ın öfkesini söndürür ve kötü ölümü bertaraf eder.” (Tirmizi, Zekat 28)
Bediüzzaman hazretleri mevzu hakkında şunları beyan etmiştir: “Risâle-i Nur, −bu Anadolu memleketine− belâların def’ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasıl belâyı def’ediyor, onun intişarı ve okunması küllî bir sadaka nev’inde semavî ve arzî belâların def’ine çok emareler ve çok hadiselerle tebeyyün etmiş. Hattâ Kur’ânın işâretiyle tahakkuk etmiş.” (Emirdağ Lahikası-I, s.25)

ü  Beşeriyet muktezası olarak işlenen günahlar ve yapılan hataların hemen ardından sadaka vermek, teşvik edilmiştir.
Hz. Lokman, oğluna: “Oğlum! Bir hata işlediğinde hemen arkasından sadaka ver.” tavsiyesinde bulunmuştur.
Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: ”Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da günahların azabını söndürür.” (Riyaz-üs Salihin 1525)
Başka bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Bir hurma da olsa sadaka verin, çünkü o bir hurma açlığı giderir. Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da hataları yok eder.” (Riyaz-üs Salihin Ter.)

ü  Evet, hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş.
Ve bilfiil onların hakikat-ı ihlâslarına ve sadıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hacat-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi’ etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddî menfaatlerle yardım edip, hürmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfaat istenilmez, belki verilir.
Hem kalben arzu edip muntazır kalmakla lisan-ı hal ile dahi istenilmez, belki ummadığı bir halde verilir. Yoksa ihlâsı zedelenir. Hem âyetinin nehyine yanaşır, ameli kısmen yanar.
İşte bu maddî menfaati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emmare hodgâmlık cihetiyle, o menfaati başkasına kaptırmamak için, hakikî bir kardeşine ve o hususî hizmette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlası zedelenir, hizmette kudsiyeti kaybeder. Ehl-i hakikat nazarında sakîl bir vaziyet alır. Ve maddî menfaati de kaybeder. (Lem’alar, 21.Lem’a)

ü  Sadakaları gizli ve aşikar vermek mümkündür. Fakat gizlice vermek daha güzel, daha faziletlidir.
İhtiyaç sahiplerine sadaka veya zekat vermek suretiyle bir yardımda bulunulacağı zaman; sağ elinin verdiğini, sol elinin bilemeyeceği kadar gizlice, hiç kimseye sezdirmeden bu vazifeyi gerçekleştirmek, faziletli bir davranıştır.
Kur’an-ı Kerimde yüce Rabbimiz(c.c) şöyle buyurmuştur:  “Eğer sadakaları(zekat ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne güzel! Fakat gizleyerek fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahların bir kısmına da kefaret olur. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” ( Bakara 2/271)
Ümmü Seleme(r.a) Peygamber Efendimizin(s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yapılan iyi işler insanı kötülüğe düşmekten korur. Gizlice sadaka vermek Allah'ın gazabını söndürür ve Sıla-i rahim(akrabayı gözetmek) ömrü uzatır. Her iyilik sadakadır. Dünyada iyilik sahipleri âhirette de iyiliğe mazhar olurlar. Dünyada kötülük yapanlar âhirette de kötülükle karşılaşırlar. Cennete ilk girecekler iyilik yapanlardır."
Başka bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde, Allah Teala yedi insanı Arşın gölgesinde barındıracaktır. Bunlardan biri de, sağ elinin verdiğini, sol elinin bilmeyeceği kadar sadakayı gizli veren kimsedir.” (Buhari, Ezan 36, Zekat 16; Müslim, Zekat 91)

ü  Çeşitli ameller arasında fazilet bakımından farklar bulunduğu gibi, ihtiyaç sahiplerine yapılan yardım ve tasadduklarda da bir sıra gözetilmiş; öncelikli tasadduk alanları belirlenmiştir.
Gerçekten kişinin çok yakınında, belki aile fertleri arasında büyük sıkıntı içinde olanlar varken, uzakta olanlara yardım etmeye kalkışması maslahata uygun düşmez. Bu yüzden yardım ve infaka en yakınından başlamak prensibi getirilmiştir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir kimsenin sarfedeceği en faziletli dinar, kendi aile fertlerine infak ettiği dinarla, Allah yolunda hayvanına ve yine Allah yolunda cihad edecek olan arkadaşlarına harcadığı dinardır." (Müslim, Zekât, 38; Tirmizi, Birr, 42; İbn Mace, Cihâd, 4; Ahmed b. Hanbel, V, 279, 284).
Yine Rasûlüllah(s.a.s) “Allah yolunda harcanan, bir köle azadı için sarfedilen, bir yoksula verilen veya ailenin geçimi için yapılan harcamaları zikrettikten sonra, bunların sevap bakımından en üstününün aile fertlerine yapılan harcamanın olduğunu belirtmiştir.” (Müslim, Zekât, 39).
Bu hadislerde zikredilen aile fertlerinden maksat; bir kimsenin nafakası kendisine ait olan çocukları, eşi, annesi, babası ve hizmetçisidir.

ü  Sadakanın en kıymetli, en iyi, en temiz ve en sevilen maldan verilmesi çok faziletli olmakla birlikte, bir mü'minin tasaddukunu sevdiği mal cinsinden yapması, Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmaya sebep olur.
Kur'ân-ı Kerim'de Al-i İmran suresinde mealen; "Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe iyilik ve taate nail olamazsınız" buyurulur. (Âl-i İmrân, 192)
Bu âyet inince Ebû Talha(r.a), Rasûlüllah(s.a.s)'e gelerek şöyle dedi: "Benim en çok sevdiğim malım Beyrahâ adındaki bahçemdir. Bu malım Allah için sadakadır. Onun Allah nezdinde sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Ey Allah'ın elçisi; onu istediğin yere sarfet!" Bunun üzerine Hz. Peygamber(s.a.v), bu kararının çok kârlı bir yatırım olduğunu belirttikten sonra, bahçesini hısımlarına(akrabalarına) vakfetmesini bildirdi. (Müslim, Zekât 42, 43)

ü  Bazı ibadet ve taatların, ölen bir kimse adına yapılması mümkün ve caizdir. Bunların sevabı ölüye ulaşır. Bu meyanda, meyyit nâmına verilen sadakalar başta gelir.
Ancak ölen kimse namına zekât, adak, hac gibi mali yönü olan ibadetleri ifa etmek mümkün ise de; namaz, oruç gibi ibadetleri onun namına ifa yeterli değildir. Bunların bizzat hayatta iken ifası gerekir. Çünkü bu ibadetler ferdi, beden ve ruh bakımından olgunlaştırır, olumlu etkileri bizzat bunları yapanların kendilerinde görülür. Başkalarının bunları yapmasıyla asıl yükümlü üzerindeki fayda sağlanmış olmaz.
Hz. Enes(r.a) Rasûlüllah(s.a.s)'e; "Biz ölülerimize dua ediyor, onlar adına sadaka veriyor ve haccediyoruz. Acaba bunların sevabı onlara ulaşıyor mu?" diye sormuş, Allah elçisi(s.a.v) şöyle cevap vermiştir: "Şüphesiz, onlara ulaşır ve onlar sizden birinizin hediyeye sevindiği gibi ona sevinirler" (Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, V 366)

ü  Dilenmek ancak şu dört kişiye caizdir.
Toprağa yapıştıran fakirliğe uğrayana(son derece fakir düşene),
Altından kalkamayacak derecede borç altına girene,
Ara bulmak için kan parası yüklenen kimseye,”
Çok acı veren müzmin bir hastalığa kapılan kimse ihtiyacı kadar isteyebilir. (Ebû Dâvud, Zekât: 26)
Hadisten açıkça anlaşılan odur ki, çalışamayacak kadar mağdur, sakat ve özürlü olan kişi, kendisine bakacak bir kimse yoksa, devlet de yardım etmiyorsa, ancak zarurî ihtiyacını telâfi edebilecek kadar başkalarından isteyebilir, dilenebilir. Borçluluk hali de buna eklenmektedir.

ü  Dilenme‚ dinimizde tasvip edilmeyen çok kötü bir kazanç yoludur. Zarurî hâlin dışında, dilenciliği sırf bir geçim vasıtası haline getirenler büyük bir mes’uliyet altına girmektedir.
Bu çeşit kimselere Peygamberimizin ikazı şöyledir: “Her kim malını çoğaltmak için insanlardan mallarını isterse, o ancak ve ancak ateş parçası ister. Artık bunun ister azını, isterse çoğunu ister.” (Müslim, Zekât 35)
Rasûlüllah Efendimiz(s.a.v): "Kişi ister, ister.. nihayet kıyamet gününe yüzünde bir parçacık et yokken gelir","Ihtiyacı yokken dilenen, ateş topluyor demektir"(El-Hindî, VI/495; Ibn Hacer, Bulug'ul-Meram, (Serhi) N/144) buyururlar.
Kur'ân-ı Kerim; iffetlerinden ötürü ihtiyaçsız sanılan, insanlardan ısrarla istemeyen fukarayı över ve verilecek olanların onlar olduğunu bildirir. (Bakara 2/273)

ü  Kur'ân'da iyiliğe(birre) ulaşma yolları sayılırken, akraba, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlarla beraber dilenenlere de malı gönül hoşnutluğu ile vermekten söz edilir. (Bakara 2/177)
Aynı ayette arkasından zekât da zikredildiğine göre, onlara verilen zekâtın dışında bir verme olacaktır. Ayrıca iki ayette daha takva ehli ve cennet ikramına lâyık insanların özellikleri sayılırken "onlar ki, mallarında dilencinin ve mahrumun bir hakkı vardır" ifadesi kullanılır. (Zâriyât, 51/19; Me'âric, 70/25)
Demek ki, hakikaten mahrum olana da, mahrum olup olmadığı bilinmeyen dilenciye de vermek gerekir.
Ayrıca Kur'ân'da: "İsteyeni(dilenciyi) de azarlama" diye bir ayet daha vardır. (Duhâ 10)
Rasûlüllah Efendimiz(s.a.v) yaşamı boyunca kendisinden kibarca isteyenlere verdiği gibi, kabaca isteyenleri de boş çevirmemiş ve "bunlar ya çirkin sözlerle benden mal istemek ya da beni cimri göstermek arasında beni muhayyer bıraktılar. Ben cimri değilim" buyurarak onlara da vermiştir. (Müslim, Zekât 127; Davudoğlu V/479)
Efendimizin(s.a.v) sözlerinden anlaşılan da budur:
"Sizden biriniz (kendisinden) dileneni boş çevirmesin ve istediğinde vermemezlik etmesin, hatta kolunda iki altın bilezik görse dahi" (Kurtubî, XX/101),
"Eğer miskin(dilenciler) yalan söylemiyor olsalardı, onları boş çeviren iflah olmazdı." (El-Hindî, VI/362)
"Dilenciyi az da olsa bir şeyle ya da güzellikle geri çevirin. Çünkü insan ve cin olmayan(melek) size uğrayıp Allah(c.c)'in bahşettiği nimetler konusunda nasıl davrandığınıza bakıyor olabilirler." (el-Hindî, VI/390)
“Dilenci bir şey istediğinde, o sizden istemesini bitirene kadar sözünü kesmeyin, sonra ona yumuşak bir şekilde karşılık verin. Ona az dahi olsa bir şeyler verin veyahut gönlünü hoşnut kılacak hoş bir söz söyleyin.”

ü  Kişi yollarda oturup herkese el uzatanlara birşey vermek zorunda değildir.
Bizzat kendisinden dilenen olur ve "Allah(c.c) için, Allah(c.c) rızası için" diye dilenirse ona az da olsa mutlaka bir şey vermeli ve öyle diyerek dilenmesinin çok kötü olduğunu ona uygun bir dille anlatmalıdır.
Cami içlerinde dilenenlere ise bir şey vermemesi -Allah'u a'lem- daha uygun olur. Çünkü böylece bir bid’atin önüne geçmiş olur.
İhtiyacı olmadığı halde dilenmeyi bir meslek haline getirdiğini bildiği kişilere de -bizzat kendisinden istemedikçe- vermemesi daha uygundur.
Ama her hâlükârda dilenciyi azarlamamak bir Allah emridir. Dilenciye hem verip, hem de onu inciten bir davranışta bulunmaktansa güzel bir sözle onu savmak da Allah(c.c) emridir. (Bakara 2/263)

ü  Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek. 
Cenab-ı Hak(c.c) Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimde mü’minleri şöyle uyarmaktadır: “Şeytan sizi Allah yolunda infak ederken fakir olursunuz diye korkutur ve sadaka vermemenizi emreder.” (Bakara 268)
Efendimiz(s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: Sadaka, malı eksiltmez, malı çoğaltır ve bereketlendirir.” (Müslim: Birr 69; Muvatta Sadaka 12)
Bir kutsi hadiste: “Ey Ademoğlu! İnfak et ki, Ben de sana  infak edeyim.” buyrulmaktadır. (Buhari, Zekat 28; Müslim Zekat 57)
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v), Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma’ya şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey Esma! Cimri olma ki, Allah da sana eksik vermesin. Saymadan ver ki, Allah da sana saymadan versin. Kesenin ağzını bağlama ki, Allah da sana nimetini eksik etmesin, kesenin ağzını bağlamasın. İnfak et ki Allah da sana infak etsin.” (Buhari, Zekat 21; Müslim, Zekat 88; Tirmizi, Birr 40)

ü  Sadaka verilecek fakirler arasında bir tercih söz konusu olursa; bu durumda öncelikle Takvası en üstün olan fakire bu sadakayı vermek gerekir.

ü  Sadakayı verirken, tasadduk ettiği sadaka ile ihtiyaç sahibinin ibadet için güçlenmesini niyet etmek gibi güzel düşüncelerle vermek gerekir.

ü  Sadaka verdiği zaman kişi bunu kendisi için bir ganimet bilip, Allaha hamd etmelidir.
Bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Emin haznedar, sadaka verenlerin biridir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder